Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Fransız Gözüyle Alman Emperyalizmi

Daraltma
X
Daraltma
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

  • Fransız Gözüyle Alman Emperyalizmi

    Hemingway’in “Kilimanjaro’nun Karları” öyküsünün dibâcesi hafızaya kazınacak türdendir: “Kilimanjaro karlarla kaplı, 6500 metre yüksekliğinde bir dağdır. Afrika’nın en yüksek dağı olduğu söylenir. Dağın batı zirvesine Ngaje Ngai, yani Tanrı’nın Evi denir. Batı zirvesinin yakınlarında donmuş ve kurumuş bir leopar cesedi vardır. Kimse leoparın o yükseklikte ne aradığını açıklayamaz.”

    Leoparın o yükseklikte ne aradığını açıklayamıyorsak, Almanların Berlin’den 7000 km. uzaktaki o koca dağı sahiplenmesini nasıl açıklayacağız? “Kilimanjaro, Alman’dır. Bir Alman dağıdır ve ayrıca Alman İmparatorluğu’ndaki (Reich) en yüksek dağdır. Yurdumuzdaki hiçbir dağın tepesinde ebedî kar bulunmasa da, ekvatorun sadece üç derece güneyinde, yeni elde ettiğimiz tepenin zirvesini kaplıyor.” Bu sözler, 19. yüzyıl sonları Alman seyahat (Türkçesi: keşif ve işgal!) literatürünün en önde gelen isimlerinden biri olan Falkenhorst’a ait. Kitaplarının başlıkları bile Tanrı’nın Evi’ne göz diken Almanların özlemlerini yeterince ifşâ ediyor: Auf Bergeshöhen Deutsch-Afrikas (Alman Afrika’nın Dağ Tepelerine Dair); Durch die Wüsten und Steppen des dunklen Weltteils (Kara Kıtanın Çöl ve Stepleri Boyunca).

    Almanlar geç kalmıştı. Ulusal birliklerini ancak 1871’de gerçekleştirmiş; sanayileşmeye İngiltere’ye kıyasla yarım asır geriden başlamışlardı. Fakat siyasetten sanayiye, finanstan askerliğe, şiirden romana kadar bütün alanlarda hummalı bir çalışma içindeydiler. Sonradan gelenler tutkulu ve dev(i)rimci, önden gidenlerse tutucu olur. Almanlar 18-19. yüzyıllar boyunca sayısız Alman prensliklerini önce ortak bir pazarda (Zollverein, 1834), sonra ortak bir siyasî liderlikte (Bismarck, 1871) birleştirip ayakları üzerinde dikilinceye kadar İngiliz, Fransız ve diğer Avrupalılar dünyanın neredeyse yarısını ele geçirmişlerdi. Latife yollu söylersek, Almanlar adil düzenciydi: Dünyanın adilâne pay edilmesini istiyorlardı. Parsayı toplamış olanlar “yeniden bölüşüme” yanaşmayınca, önce 1880’lerde Afrika uğruna kapışma başladı. On yıl içinde koca kıta, kapanın elinde kaldı.

    Her elini sıkanla dost, her canını sıkanla düşman olma

    BatiTrakyaninSesi Forumu
    www.batitrakyaninsesi.net

  • #2
    Ortaçağı geride bırakan insanlık yeniçağla birlikte eriştiği teknolojik olanaklarla uzaklara yelken açmaya başladı. Yeni anakaralar keşfedilirken, o anakaralarda gereksinilen insan kaynağı Afrika’dan karşılandı. Azımsanmayacak bölümü taşıma sırasında yitirilen kara derili insan kardeşlerimizin adlarının önüne Yeni Dünya’da köle sıfatı kondu. İngiltere ve Fransa gibi emperyalist öncüler bu doğrultuda epeyce yol aldı.

    Emperyal heveslisi olmada İngiltere ve Fransa yalnız değildi. Gecikmeyle de olsa Alman İmparatorluğu sahneye çıktı. XX yüzyılın başında ben de varım dedi! Alman İmparatorluğu, köleliğin ve köleciliğin sürdürülemez olduğu dönemde ortaya çıktığı için artık insan kaynağı kadar, doğal kaynağın gözde olduğu sürece girilmişti.

    El değmemiş Afrika, insanı için değil de doğal kaynağı için paylaşım konusu olmaya başladı. Varsıl doğal kaynakları olan Afrika anakarasını teslim almada İncil işe yarasa da her koşulda yeterli olmadı. Bu durumda toprakların gerçek sahiplerinin yok edilmesi gerekti. Alman kolonileşmesinin Kamerun’da, Namibya’da ve Doğu Afrika kıyılarında bıraktığı izler kolaylıkla insanlık tarihinin utanç sayfaları olarak nitelenebilir.

    Bilindiği gibi, “soykırım” kavramı Nazilerin II. Dünya Savaşı sırasında kurduğu toplama ve ölüm kamplarında yaptıklarından sonra ortaya çıkmış ve uluslararası kabul görmüştür. Bu nedenle Naziler öncesindeki hiçbir olaya “soykırım” nitelemesi yapılmamıştır. Yapılamaz da!

    Ancak, Alman Emperyalizmi’nin Afrika’da gerçekleştirdiği ve çok da iyi bilinmeyen etkinliklerin Nazilerce gerçekleştirilen “soykırım”ın önsözünü yazdığının altını çizmek yanlış olmayacaktır. Hak ettiği ilgiden yoksun kalan tarihin bu sayfasına biraz olsun odaklanmakta yarar var.

    Almanların Afrika’ya ilk adım atışı ticari içeriklidir ve 1850-1860 yıllarına rastlar. Ancak, Almanların Afrika’daki kolonileşme etkinliklerinin diğerlerinden çok önemli bir farkı olduğu da unutulmamalıdır. XX. yüzyıla girilirken Almanlar tıp alanında önemli başarılara imza atmaya başladılar. Pastör’den sonra Alman Robert Koch bakteriyolojinin başat kişisi olarak öne çıktı. Emil von Behring tetanus ve difteri antitoksinlerini geliştirirken Fritz Schaudinn ve Erich Hoffmann frengiye neden olan mikroorganizmayı buldular. Paul Ehrlich ise frenginin tedavisinde kullanılan ilacı geliştirerek taçlandırdı bu parlak dönemi. Aynı yıllarda bu parlak başarıları gölgeleyecek karanlık gelişmeler de yaşanmaktaydı Alman tıp bilimi alanında. Homo sapiens’in şu ya da bu şekilde homojen bir soy olmadığı görüşleri seslendirilir oldu.

    Emperyalistlerin ayrımsız tümü Afrika’nın doğal kaynaklarına göz dikmişti. Almanlar bu ortak anlayışa Sosyal Darvincilik bağlamında ırk ayrımcılığını ekleyerek sonraki yıllarda insanlığın başını epeyce ağrıtacak bir sürecin yolunu açtılar. Buna göre siyah derililer beyazlara ve elbette Ari ırka göre daha düşük nitelikliydiler. Siyahların varlığı üstün ırkın yücelmesinin ve hak ettiği düzeye ulaşmasının önünde önemli engeldi. Bu kutsal ve son derece “bilimsel” gerekçe kara kıta Afrika’daki Alman vahşetinin biricik dayanağı olacaktı.

    Bu paradigmanın güç kazanmasıyla birlikte öjenik işbaşına geçti. Kuşkusuz anlamı ve önemi olan bir bilim kolu olan öjenik ırk hijyenine yöneltilince ortaya çıkan gelişmeler insanlığın belleğine kazınmıştır. Öjeniğin kendi alanına dönmesi ancak acı deneyimler sonrasında söz konusu olabildi.

    Bu arada, yerli Hereroların Alman kolonicilere başkaldırmasını izleyerek bölgeye gönderilen Alman General Adrian Dietrich Lothar von Trotha adını bir kenara not etmekte yarar var. Alman General Hererolarla başa çıkabilmek için akla gelebilecek en kötü yolu seçti. O yıllarda henüz tanımlanmamış olsa da sonraki tanıma bire bir uyan bir soykırımdı Alman eliyle Afrika’da uygulanan. Trotha’nın şu sözleri olan bitenlerle ilgili yeterince fikir verecektir. “Böyle bir halkın tümüyle yok edilmesi gerektiği kanısındayım!”

    Afrikalı kara yazgısından ölmekle de kurtulamıyordu. Ortadan kaldırılanların kafatasları Almanya’ya gönderilerek incelenecekti. Başka deyişle önce hüküm kurulup, infazlar gerçekleştirilecek dayanaklar ise onu izleyerek oluşturulacaktı. Kafataslarının dokulardan cam kırıkları kullanılarak arındırılması işi kadın tutsaklara yaptırılarak kıtada izi silinmez derin acıların oluşturulması bu kez farklı bir yolla sürdürülmüş oldu.

    Afrika’da kendisine uygulama alanı bulan ırk hijyeni anlayışının atanı vuran silah olan bumerang gibi tasarlandığı yere, Avrupa’ya geri dönüp bu kez Avrupalıları vuracağını o yıllarda kimseler kestiremezdi. Oysa Avrupalı olup Ari ırktan sayılmayanların tümünün deri rengi beyazdı. Bir kötülüğün fitili ateşlendiğinde işin nereye varacağının kestirilemeyeceğine trajik bir örnektir ırk hijyeni oluşturma hastalığı.

    Her ne kadar Afrika emperyalistlerce paylaşılmış görünse de paylaşım tamamlanmış sayılmazdı. Birinci Dünya (paylaşım) Savaşı’nın kapıya dayanması bu görüşü doğrulamaktaydı.

    Kara anakaranın kara yazgılı insanlarını farklı serüvenler beklemekteydi. Kendi topraklarında ölmek bile çok görülmüştü onlara savaşın patlamasıyla. İki milyonu aşkın Afrikalı bu kez Avrupa’ya götürüldü. Belki doğrudan köle olarak değil ama çok daha kötü bir konumda. Yeni görevleri saldırıya en açık cephelerde, mekânlarda konuşlandırılmak ve bunun doğal sonucu olarak ölmekti. Savaş araçlarının saçtığı ölümden canlarını kurtarabilenler yaşamaya alıştıkları ortamdan uzaklaşmaları ve yeni ortamda hastalıklara duyarlılaşmaları nedeniyle dünya değiştirdiler. Savaşta hamallıkla görevlendirilen Afrikalıların beşte biri yaşamlarını yitirdiler.

    Yine Afrika’ya dönecek olursak, vicdan sahibi olduğu anlaşılan Afrika Güneybatısında görevli bir Alman doktorun şu sözleri yaşanan vahşetin anlaşılmasına yardımcı olabilir. “Arkamızda yakılmış, yıkılmış tarlalar, yağmalanmış ambarlar ve yakın gelecekte yaşanması kaçınılmaz bir açlık bırakmaktayız.”


    Yazar.Ceyhun Balci
    Her elini sıkanla dost, her canını sıkanla düşman olma

    BatiTrakyaninSesi Forumu
    www.batitrakyaninsesi.net

    Yorum

    Çalışıyor...
    X