Türklerin Anavatanı ve Göçleri
Binlerce yıllık tarih sayfaları karıştırılacak olursa; insanlığın kendini tanımaya ve gelecek günlere intikal edecek eserler bırakmaya başladığı zamanlardan itibaren, Türk kavminin, yakın ve uzak çevresinde tarihin her çağında mühim roller oynadığı, tarih devirlerini kapayıp yeni ve daha ileri devirler le insanlık âleminde geniş ufukların açılmasına sebep ve âmil olduğu görülür.
Milletimize bin beş yüz seneden beri alem olan Türk ismi söylenmeden çok önce de ırkımıza mensup insan toplulukları dünya medeniyetinin temellerine en yapıcı ve zengin harcı koymuşlar, bilhassa İslâmiyet’i kabulden sonra da yeryüzünde Hak dininin en fedakâr koruyucusu, eşsiz ve kahraman alemdarı, asil mücahidi olmuşlardır.
Türklüğün anavatanı haşin tabiat şartlarına malik olduğu için, Türk kavmi zaman zaman anavatanından dışarılara taşmış, kendi öz yurdundan başka topraklar üzerinde de dünya tarihine müessir olmuştur. Anayurt, asırlar boyunca, yakın veya uzak ülkelere, mütemadiyen göç kafileleri halinde Türk ırkından insanlar çıkaran tükenmez bir kaynak saha vazifesini görmüştür.
Anayurt Orta Asya’dan gelen Türklerin kurdukları en son devlet «Osmanlı devleti» dir. Bu kitapta Türk devletleri içinde en uzun ömürlüsü ve diğer Türk devletlerinden daha ziyade dünya tarihine müessir olan Osmanlı devletinin tarihini gözden geçireceğiz.
Fakat menşe ve bağlantı bakımından kısaca da olsa daha eski devirlerdeki Türk devletlerini ve faaliyetlerini de tetkik etmemiz icab eder.
ANAVATAN
Türk kavminin anavatanı Orta Asya’dır. Anavatan toprakları Hazar denizinden Kingan dağlarına, kuzeyde Sibir ovalarından, güneyde Pamir yaylasına, Karanlık dağlar, Altın dağları ve Çin’in kuzey eyaletlerine kadar uzanır. Bu geniş sahada Türklüğün en eski ve kalabalık olarak kaynaştığı yer Hazar denizi ile Balkaş gölü arasıdır. Denizlerden çok uzaklarda kalan Orta Asya’nın iklimi sert ve haşindir. Yüksek dağlar, derin vadiler, uçsuz bucaksız bozkırlar ve çöller Asya’nın bu iç kısmının mühim parçasını kaplarlar. Şehirler kurmaya ve nispeten kalabalık nüfusu beslemeye müsait arazi Aral gölüne dökülen Amuderya (Öküz) ve Siriderya (İnci) ırmakları ile Balkaş gölüne dökülen ırmaklar havzasında, ve biraz da Tanrı ve Altay dağları eteklerinde vardır. Nehirlerden ve dağ eteklerinden uzaklaşınca geniş bozkırlar başlar.
GÖÇLER
İşte bunun içindir ki, Türk kavmi, sert iklim, kısır topraklar ve haşin tabiat şartları karşısında çok defa Anayurt dışına taşmak ve göçlerle kendisine daha iyi topraklar edinmeye bakmak zorunda kalmıştır. Anayurttan zaman zaman kütleler halinde çıkan Türk kabileleri Çin’e, Hind’e, İran’a, Mezopotamya’ya, Mısır’a, Anadolu’ya ve Avrupa’nın doğusu ile Balkanlara ve Avrupa ortalarına kadar uzanmış ve gittikleri yerlerde muhtelif isimlerle devletler kurmuşlardır. Orta Asya’nın iklim şartlarının zorlamasının yanında Türk kavminin benliğinde mevcut hareketliliğin de göçlere müessir olduğunu ayrıca hesaba katmak lâzımdır.
Diğer taraftan, Türklerin daima müstakil ve hâkim yaşamak hususundaki yaratılış kabiliyetinin dahi, böylece yayılarak kendilerine müstakil hayat sahaları temin etmelerinde âmil olduğu unutulmamalıdır.
TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULDEN EVVELKİ DEVLETLERİ ve BATIYA YÜRÜYÜŞLERİ
Türkler, göçlerle çıktıkları anayurt dışında devletler kurdukları gibi anayurtta da birçok devletler kurmuşlardır. Bunların bilinen en eskisi Hun (Hiyung-nu) devletidir. Çin müverrihleri milâttan 2CC0 yıl evveline doğru Hunlardan bahsederlerse de Hun tarihinin asıl belirli safhası M. Ö. üçüncü asırdan başlamaktadır. Teoman ve Mete (M. Ö. 209 – 174) Hunların en meşhur hükümdarlarıdır. Çinliler meşhur Çin şeddini Hunların akınlarından korunmak için yapmışlardır. Orta Asya’da kurulan ilk Türk devleti olan Hun İmparatorluğu Çinlilerin uğraşmaları sonunda önce ikiye ayrılmış, sonra yakılmıştır. Çinlilerin idaresini kabul etmeyen Hunlardan büyük kütleler batıya, Güney Rusya yolu ile Orta Avrupa’ya kadar gitmişlerdir. Batıya göç eden Hunların, bugünkü Macaristan’da devlet kurarak kuzey İtalya ve Fransa’ya doğru yaptıkları müthiş akınlar, ortaçağın başındaki büyük kavimler göçünün sebeplerinden başlıcasını teşkil eder. Büyük Hun imparatoru Attilâ aynı zamanda Türk tarihinin de en meşhur şahsiyetlerinden birisidir.
Avrupa’yı titreten büyük Hun imparatorluğunun yıkılışından sonra başka Türk şubeleri de aynen Hunların takip ettikleri yoldan Güney Rusya, Balkanlar ve hattâ Orta Avrupa’ya kadar inmişlerdir. Türklerin, Hunlardan sonra batıya ikinci yürüyüşü kabul edilen bu göçler, milâdi altıncı asırdan on birinci asra kadar devam etmiştir. Batıya ikinci yürüyüşü yapan Türk şubeleri Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Oğuz (Uz) lardır. Hunların akınları Avrupa’da nasıl derin akisler bırakmışsa; ikinci Türk yürüyüşünü yapan muhtelif Türk topluluklarının hareketleri de Avrupa’nın değişmesinde o derece müessir olmuştur.
Türklerin anayurdu ve dünya büyük medeniyetlerine tesir sahaları: (1) Anayurt, (2) Orta Avrupa, (3) Ege, (4) Mısır, (5) Eti, (6) Sümer, (7) İran, (8) Hind, (9) Çin Karadeniz kuzeyi ve Balkanlarda Türklerin akın ve devlet kurma faaliyetleri devam ederken bundan en ziyade endişe duyan Bizanslılardı. Onun için Bizanslılar Türklere karşı yalnızca kuvvet kullanmak değil, siyasî kombinezon ve entrikalarla Türklüğü yıpratmayı menfaatlerine daha uygun bulmuşlardır. Türkleri birbirine düşürmek, bâzı Türk şubelerini diğerlerinden ayırarak muhtelif vaitlerle başka yerlere yerleştirmek, Türklerin arasına Hıristiyanlığı sokarak kendi taraflarına kazanmak suretiyle tehlikeyi hafifletip atlatmaya çalışmışlardır. Bizanslılar bu siyasetlerinde muvaffak olduklarından, batıya ikinci yürüyüşü yapan Türk şubelerinden bir kısmının hıristiyanlaşması, bir kısmının Islav tesirinde kalarak Islavlaşması ve neticede yine Hıristiyanlaşması, bir çoklarının da yekdiğerinden uzak düşerek diğer milletler arasında eriyip kalması sebebiyle Türklük hayli kayba uğramıştır.
Hunlar, daha sonra da Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Oğuz (Uz) lar Avrupa’ya göç ve akın hareketlerin de bulunurken Orta Asya elbette boşalmış değildi. Türklüğün Anayurdu olan Orta Asya yine en büyük Türk kütlelerini sinesinde barındırıyordu. Zaten ta eski çağdan zamanımıza kadar olan Türk tarihi toplu şekilde gözden geçirilecek olursa, batıya gitmek üzere Orta Asya’dan ayrılan Türklerden Hazar denizi kuzey yolunu seçenlerinin istikballeri Türklük bakımından pek parlak olmamıştır. Türk kavminin devamlılığını temin edenler, Orta Asya’da yaşamakta devam edenlerle Hazar denizinin güneyindeki yolu takip ederek batıya ilerleyenler olmuştur. Orhon Kitabeleri: Gök Türk hakanı Bilge’nin zamanını anlatan bu kitabelerin birincisi 620, sonuncusu 635 tarihinde Orhon nehri kenarına dikilmişlerdir.
Asya’da büyük Hun imparatorluğundan sonra kurulan Türk devletlerinden birisi de Gök Türk İmparatorluğudur. Gök Türklerin, eski Türk tarihi bakımından ehemmiyetleri büyüktür, ilk defa «Türk» adı söylenmek suretiyle kurulan ilk Türk devlet budur. Ayrıca bugün için bilinen en eski Türk kitabeleri de Gök Türklerden kalmıştır.
Orta Asya’daki Türkleri tek bir idare altında toplamaya muvaffak olan Gök Türk imparatorluğu (552 – 659) Çinlilerin Türk beylerini birbirine düşürmesi ve mütemadi hücumları yüzünden pek uzun ömürlü olamamışsa da, Kutluk Han ismindeki bir kahramanın gayretiyle Gök Türk devleti yeniden kurulmuş (681 – 745) ve bir müddet daha devam etmiştir.
Orhon Kitabelerinden bir yazı: Bu kitabelerin en mühim parçasında şöyle denilmektedir. ”Ey Türk, Oğuz beyleri, milleti işitin, yukarıda mavi gök çökmezse, aşağıda yağız toprak delinmezse senin ilini, senin töreni kim boğabilir? ” Karluk Türkleri ile birleşip Kutluk devletini yıkarak ayrı bir devlet kuran Uygurların da Türk medeniyeti tarihinde mühim rolleri vardır. Uygur yazısı diye isimlendirdiğimiz hususi bir yazıya sahip olan Uygurlar, medeniyet bakımından çok ilerlemiş vaziyette idiler.
(Oğuzlara yol gösteren bozkurt (Ressamlarımızın vakayı temsil eden bir tablosu)
Asya’nın iç kısmında kurulan Türk devletlerini sayarken Akhunlar (Eftalitler) ve Türkeşleri de ayrıca hatırlamak lâzımdır. MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ
Türklerin İslamiyet’i kabulleri, İslam dini ve İslam devletleri için büyük bir kuvvet kaynağı teşkil edip İslamiyet’e yeni ufuklar açtığı gibi; İslamiyet de Türk kavmi için yeni ve bambaşka ufukların açılmasına sebep olmuştur. Türkler, kendilerinden de pek çok şeyler kattıkları İslam medeniyeti çerçevesi dahilinde yüzlerini eskisi gibi doğuya ve güney istikametine değil, batıya, yani Ön Asya’ya çevirmişlerdir. Türkler İslamiyet’ten önce büyük devletler kurdukları zaman Çin’e doğru genişlemeyi gözetirken, İslamiyet’i müteakip Çin’e doğru uzanmayı bırakmışlardır. Bu hal, Çin ile Türklerin birbirlerine mütekabil tesirlerini de ziyadesiyle azaltmıştır. İslamiyet, Türklerin, umumiyetle İç Asya’da devlet kuran bir kavim halinden çıkmasına da amil olmuştur. Tabi bu mühim neticelerin ortaya çıkması için, İslamiyet’i kabullerinin üzerinden bir iki asırlık zamanın geçmesi icap etmiştir.
İslam Araplar Türklerle ilk defa Halife Ömer zamanında temasa gelmişlerdir. Arap orduları İran’daki Sasani devletini Yıkarak Horasan’ın doğu hudutlarında Türklerle temasa geldikleri sırada, Gök Türk devleti Çin entrikalariyle sarsılmış vaziyette son günlerini yaşıyordu.
Araplar Sasani devletini Yıkarak İran’ı istilalarını müteakip bu memleketi 10-15 sene zarfında İslamlaştırarak kendi taraflarında iyice kazanınca daha esaslı şekilde Türk ülkelerini istilaya kalkışmışlardır. Araplardaki istila hırsı ile, Türklerdeki istiklal aşkı, yarım asır devam eden Türk-Arap mücadelesine sebep olmuştur. Bu mücadele ve temaslar neticesi Türkler, yavaş yavaş İslamiyet’i kabule başlamışlardır. Bilhassa Abbasi halifelerinin Türklere karşı iyi muameleleri ve Türk ırkının eşsiz hasletlerini tanıyarak onlara gereken önem ve mevkii vermeleri, Türklerin, hem kütle halinde İslamiyet’i kabullerinde; hem de İslam medeniyetine her bakımdan değerli hizmetler ifa etmelerinde amil olmuştur.
Abbasi halifelerinin Türklere karşı iyi davranmaları ve onları tanımaları bazı halifelerin Türklerden hassa ordusu teşkil etmelerine, Türklerin Bağdat’ta mühim mevkileri ellerine geçirmelerine ve yavaş yavaş İran üzerinden Irak’a doğru göç edip yerleşmelerine yol açmıştır.
Türkler Bağdat’ta nüfuz sahibi bulundukları sırada Horasan ve Maveraünnehir’de mühim eyaletlerin valiliklerine tayin edilmekte idiler. Türklerin eyalet valiliklerine tayinleri Abbasilerin zayıf zamanlarında çeşitli Türk devletlerinin kurulmaları ile neticelenmiştir. Böylece Türkler Abbasi imparatorluğu yıkılmadan ilk Müslüman Türk devletlerini kurmuşlar, daha sonra da Abbasi halifeliğinin koruyucusu ve yaşatıcısı olmuşlardır.
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ilk Müslüman Türk devletleri Horasan ve Maveraünnehir’de, yani daha ziyade anayurtta kurulmuştur. Bunlar kuvvetlendikçe nüfuz ve hakimiyet sahalarını en çok batı ve güney istikametinde genişletmişleridir.
Maveraünnehir’de kurulan Samanoğulları, Karahanlılar, Gazneliler, Mısır’da kurulanlar ise Tulunoğlulları, Ihşitlerdir. Daha sonra ise Maveraünnehir, İran ve Hazar denizi civarında Harizmşahlar, Selçuklular, Timurlular; Mısır’da da Kölemenler ve Eyyubiler devlet kurmuşlardır.
Müslüman Türk devletlerinin en eskisi olan Samanoğlulları devleti (874-999) Maveraünnehir ve Horasan’a hâkim olmuştur. Samanoğlulları devletinin teşkilatı daha sonra kurulan Müslüman Türk devletlerine ilk örneği vermiştir. Samanoğullarının yıkılmasında en baş rolü oynamış olan Karahanlılar devleti ( 932-1212) halkının ve hükümdar ailesinin tamamen Türk olması bakımından Samanoğullarından daha ziyade Türk tarihi bakımından önemlidir. Karahanlılar’ın Maveraünnehir’den başka Çin Türkistanı’na da sahibolmaları, İslamiyetin Türkler arasında doğu istikametinde yayılmasına da amil olmuştur. Karahanlılardaki devlet teşkilat ve telakkisi ile İslami geleneklarin karışımından ibarettir. Karahanlılar zamanında meydana getirilen eserlerden Kutadgu Bilik ve Divan-ı Lûgat-it-Türk gibi eserler zamanımıza kadar intikal etmiştir. Bu kitapların Türk dili ve edebiyatı bakımından önemi büyüktür. İlk Müslüman Türk devletlerinin en kuvvetlisi olan Gazneliler’in (962-1183) merkezi sikleti daha ziyade Afganistan’da temerküz etmişti. Gazneliler; Maveraünnehir ve Horasan’dan başka Hindistan’ın kuzey kısımlarına sahip olmaları bakımından da ayrı bir hususiyet taşırlar. Gazneliler’in en meşhur hükümdarı olan Mahmut, Hindistan’a yaptığı seferler neticesinde İslamiyet’in ilk defa bu ülkeye girmesini temin etmiştir. İslamiyet’i Hindistan’a ilk defa sokmuş olan Gazneli Mahmut zamanında Gazne şehir ilim ve sanat adamlarının toplanma yeri olarak da şöhret kazanmıştır. Abbasiler zamanında Türkler mühim vilayetlere vali tayin edildikleri zaman mahiyetlerinde Türklerden asker ve köleler bulundururlardı. İşte bu suretle Mısır’da valilik eden Tulunoğlu Ahmet etrafındaki Türk unsuruna istinat etmek suretiyle müstakil bir devlet kurmuştur. Böylece Mısır’da Türk devletleri faslının açılması na sebep olan Tuluoğlu Ahmed’in kurduğu devlet, kendisine nispet edilerek Tuluoğlulları adını taşımaktadır. Tulunoğlulları devleti (868-905) pek uzun ömürlü olmamakla beraber Mısır’da Türk devletleri için ilk zemini hazırladığı için mühimdir. Nitekim Tuluoğullarının yıkılmasından kısa bir zaman sonra Mısır’da ikinci bir Türk devleti daha kurulmuştur ki bu devlet Ihşitler (935-969) devletidir. Mısırdaki ilk Türk devletine Abbasiler, ikincisine de Kuzey Afrika’da teşekkül etmiş olan Fatımîler son vermiştir. Müslüman Türk devlerinden birisi de Hazar denizinin güney ve doğu çevresi ile Maveraünnehir bölgesinde kurulmuş olan Harizmşahlar devletidir. Miladi dördüncü asırdan beri Harzem kıtasında hakim olan sülaleye Harizmşahlar denilmekte idi. İslam istilası vukubulunca Harizmşahlar sülalesi, Emevilere, Abbasilere, daha sonra da Samanoğullarına tabi olarak devam etti. Fakat Harizmşahlar on birinci asrın sonlarına doğru kudretlerini gösterdiler. Harizmşahlar devleti 1077 den 1231 yılına kadar devam etti. Moğol istilası İran’a kadar uzanınca bu devlet Moğollar tarafından yıkıldı.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulup da Maveraünnehir’de Anadolu’nun batısına kadar uzanan topraklar Türk idaresinde birleştirilince Türkler için yerleştirilecek yeni ülkeler ortaya çıkmıştı. Bu sebeple, Tükler İran üzerinden Irak, Suriye ve Anadolu’ya doğru ilerleyip bu topraklara yerleştiler. Selçuklu İmparatorluğu yıkılınca onun mirası üzerinde irili ufaklı birtakım Türk devletleri kuruldu. Bu küçük devletler zamanla arazilerini genişlettiler. İşte bu arada da Mısır’da da, ikinci defa Türk devletleri faslı açıldı. Musul atabeyi Nureddin Mahmud’un ileri gelen amirlerinden Eyyuboğlu Selahattin tarafından tesis edilen Eyyubi devleti (1174-1250) Mısır’da yedi asır devam edecek Türk idaresi için başlangıç teşkil etmiştir. Eyyubiler, Haçlılar’a karşı Suriye ve Mısır’ı müdafaa etmeleri bakımından da tarihte önem taşırlar.
Eyyubilerden sonra Mısır’da kurulan Türk devletlerinden ikincisi Kölemenler devletidir. 1250 yılından, Osmanlıların 1517’de Mısır’ı fetihlerine kadar devam etmiştir. Kölemenler devleti kuvvetli zamanlarında yalnız Mısır’a değil, Filistin ve Suriye’ye, Hicaz’a, Mısır’ın güneyinde Nubi kıtasına kadar hükmetmiştir.
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ
Selçuklu İmparatorluğu’nun bundan önce gayet kısa şekilde gözden geçirdiğimiz Türk devletlerinden daha fazla ve daha başka önemi mevcuttur. Selçuklu İmparatorluğu, bir defa dünya tarihine fazlaca tesir eden imparatorluklardandır. Sonra Selçuklular, Osmanlı devletinin kurulmasına yol açmaları bakımından mutlaka tetkike değer. Şayet Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulmasaydı, Anadolu Türkleşemez ve bu ikinci vatan üzerinde bir takım irili ufaklı Türk devletleri arasında Osmanlı devleti de kurulmazdı.
Dünya tarihinde Türkler kadar fazla sayıda devletler kuran bir kavim daha gösterilemez. Türk devletlerinin bir kısmı anayurt Orta Asya’da, bir kısmı da anayurt dışında kurulmuştur. Gelip geçmiş bir çok Türk devletleri arasında Asya’daki Hunların, Gök Türklerin, Selçukluların, Osmanlıların gerek milli gerekse umumi tarih bakımından önem ve tesirleri diğer Türk devletlerininkinden üstündür. Dünya tarihinin cereyanı üzerinde müessir olmuş bu Türk devletleri, aynı zamanda gelip geçmiş dünya imparatorlukları içinde de büyüklükleri ile nazarı dikkati celbederler.
Anayurt dışına taşan ve batı istikametinde göç eden Türkler, Hazar denizinin kuzeyi ile birde güneyini takip etmişlerdir. Hazarın güney yolunu İran’daki Sasani devleti asırlarca kapatmış olduğundan Türkler, Sasani devleti yıkılıncaya kadar hep Hazar’ın kuzey yolunu takip etmişler, Güney Rusya, Balkanlar ve Orta Avrupa’ya kadar ilerlemişlerdir. Bu yolu takip edenler geniş topra ASklara yayılarak Hıristiyan unsurlar arasında nüfusca kesafet tesis edemediklerinden zamanla milliyetlerini kaybederek onların arasında eriyip gitmişlerdir. Fakat güney yolunu takip edenlerin akıbeti böyle olmamış, Türk kavmi için yeni vatanların teessüs etmesini sağlamıştır.
İşte güney yolunda büyük çapta ilerlemede önderlik eden ve Türklüğe yeni bir vatan kazandırıp, Orta Asya dışında en uzun ömürlü ve şanlı bir Türk devletinin kurulmasına yol açan Selçukluların bu bakımdan mutlaka tetkiki gerekir. Denebilir ki, anayurt dışında Türklük için milli tarih safhası Selçuklularla açılmıştır. Bu arada, şurası da calibi dikkattir ki, Selçuklular da, Osmanlılar da, hatta İç Asya’daki Gök Türk imparatorluğunu kuranlar da Türklerin “Oğuz” şubesindendir. O halde Türk tarihindeki devamlılığın temin ve tesisinde Oğuzların diğer Türk şubelerine üstünlükleri barizdir.
Selçuklulara gelinceye kadar kurulmuş olan muhtelif Türk devletlerinde göçebelik, esas vasfı teşkil ederken, bu vasıf Selçuklularda yerleşik hayat vasfından geride kalmıştır. Anadolu Selçuklularından ve ondan sonra gelen Osmanlılarda ise göçebelik vasfı devlet çapında silinerek yerini yerleşiklik vasfına terk etmiştir.
Selçuklu devletini kuran Oğuzlar, bu büyük devletin kuruluş safhasında tekaddüm eden hazırlık devrelerini Maveraünnehir’de geçirmişlerdir. Dandanakan meydan muharebesinde (1040) kazanılan zaferle, Selçuklu devleti birdenbire ortaya çıkıp kendisini gösterince, devletin merkezi sıkleti daha ziyade İran’da toplanmıştır. 1071 de Bizanslılara karşı kazanılan Malazgirt zaferinden sonra ise Türklüğün mukadderatı Anadolu’ya kayıp, asırlarca bu topraklara bağlı kalınmıştır.
Selçuklu imparatorluğu tarihinin Başlangıç Devri, hanedana ve devlete adını veren Selçuk’un babası Dukak’ın İslam ülkeleri dışında bir Türk hükümdarı Yabgu’nun maiyetinde bulunduğu zamandan başlar ve Dandanakan meydan muharebesi ile biter. Bu devre, hemen hemen bir asır kadar devam etmiş, Selçuklu ailesinin etrafında bulunan ve zamanla teşkilatlanıp gelişen bu topluluk, devletin kuruluş safhasına rastlıyan zamanda yarı müstakil bir hüviyet taşımıştır. Tuğrul bey idaresindeki Selçuklu kuvvetleri Gazneliler hükümdarı Sultan Mesud’un ordusunu 1040’da Dandanakan’da mağlûbedince Selçuklu devleti müstakil hüviyetiyle ortaya çıkmakla kalmamış, Türkler içinde yeni ufuklar açılmıştır. Selçuklu imparatorluğu teşekkül edince, Müslüman Oğuzlar yeni zaptedilen ülkelerden İran ve Azerbaycan’a göç etmeye başlamışlardır. Selçukluların büyük hükümdarlarından Alp Aslan’ın Bizans imparatoru Romanos Diogones’i Malazgirt harbinde (26 Ağustos 1071) büyük bir mağlubiyete uğratması, Türklere Anadolu yolunu açtığından Türkler büyük kütleler halinde Anadolu’ya akmıştır. Anadolu toprakları Ege ve Marmara denizi yakınlarına kadar zaptedildikçe Türkler bitip tükenmek bilmeyen dalgalar halinde Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Böylece Anadolu çabucak bir Türk vatanı haline gelivermişti.
Büyük Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın ölümünden sonra yerine geçe oğlu Melikşah (1072-1092) zamanı Selçuklu imparatorluğunun en parlak devridir. Melikşah zamanında Selçuklu imparatorluğu toprakları Seyhun boylarından Ege denizi yakınlarına, Hicaz topraklarından Kafkasya’ya kadar uzanıyordu. Bu büyük imparatorluk; a- Selçuklu hanedanından hükümdarlar,
b- Selçuklu hanedanından olmayan Türk hükümdarlar,
c- Başka soydan hükümdarlar tarafından,
büyük Selçuklu sultanına tabi olarak idare edilmekteydi. Hatta büyük sultana tabi hükümdarlara bağlı, yani ikinci hatta üçüncü derece hükümdarlar bile mevcuttu. Bu kademeli hakimiyet sistemi, büyük Selçuklu imparatorluğunun saltanat kavgaları ile çabucak sarsılıp yıkılmasına sebep olmuştur. Mamafih, Anadolu, Irak ve Kirman Selçukluları devletlerinin taazzuv ve yaşamaları da mevzubahis kademeli hakimiyet sisteminin bir neticesidir. Selçuklu imparatorluğu en geniş halini muhafaza ettiği devrede, yarı müstakil vaziyetteki tabi hükümdar ve prenslerin taht kavgasına kalkışmaları yüzünden şiddetle sarsıldı. Son hükümdar sayılan Sultan Sancar’ın (1117-1157) uğraşmaları Melikşah’ın ölümünden sonra baş gösteren ayrılık temayüllerini tamamen ortadan kaldırmaya kifayet etmedi. Nihayet onun 1157’de ölümü ile imparatorluk parçalandı.
ANADOLU SELÇUKLULARI
Büyük Selçuklu sultanı Alp Aslan ile Bizans imparatoru Romanos Diogenis arasında vuku bulan Malazgirt savaşı Anadolu’nun mukadderatında yeni bir devir yarattı. 1071 yılında Malazgirt zaferinin kıymetli bir meyvası halinde Türkler Anadolu’yu yeni vatanları halinde kazandılar. Gerçi Malazgirt savaşından bir sene evvel Selçuklu prensleri veya onlara bağlı Türk kumandanları emrindeki kuvvetler Anadolu’ya girmişler, bilhassa Doğu Anadolu topraklarını aşağı yukarı devamlı denecek derecede hâkimiyetleri altına almışlardı. Hattâ Konya’ya kadar uzanan Türk akını bile olmuştu. Fakat bunlara rağmen, Bizans kuvvetinin esaslı şekilde ezilerek Anadolu’nun Türklüğe açılması Malazgirt zaferi ile mümkün oldu.
Malazgirt savaşının yapıldığı 1071 yılında, zaferi müteakip Anadolu’da üç küçük Türk devletçiği teşekkül etti. Bunlar; Erzurum ve çevresinde Saltuklar, Erzincan etrafında Mengüçler; Sivas ve çevresinde Danişmendliler’dir. Anadolu’daki bu ilk Türk devletlerini kuranlar Alp Aslan’ın maiyetinde çalışmış emirlerdir. Alp Aslan onları Anadolu’da muayyen yerlerin fethine memur etmiş, bu beyler de fethettikleri topraklarda büyük sultana bağlı devletler kurmuşlardır. Bir ilâ bir buçuk asır kadar devam eden ve Anadolu’nun imarı ile kültürünün yükselmesinde büyük hizmetler ifa eden bu devletler, bir bakıma, Anadolu’da ilk Selçuklu feodalitesi telâkki edilmektedir. Anadolu Selçuklu devletinin kuvvetlenerek önce Danişmendileri, sonra Mengüçleri, en nihayet de Saltukları ortadan kaldırarak topraklarını ilhak etmesi, Anadolu’daki ilk Selçuk beyliklerinin nihayete ermesini sağlamıştır.
Anadolu’da geniş çapta fetihler yapan ve Anadolu Selçuklu devletim kuran Kutulmuşoğlu Süleyman’dır. Selçuk’un oğlu Arslan’ın oğlu Kutulmuş, Tuğrul Bey zamanında Anadolu fütuhatına iştirak etmiş, Doğu Anadolu’nun fethini bizzat kendisi başararak hayli kuvvetlenmişti. Kutulmuş, kuvvetine güvenerek Sultan Alp Aslan’a isyan etmiş, onunla yaptığı bir muharebede ölmüştü.
Bu isyan yüzünden Alp Aslan Kutulmuş’un oğlu Süleyman’ı Urfa ile Birecik mıntıkasında ikamete memur etti. Süleyman daha önce bu mıntıkaya yerleşmiş olan Türkmenler üzerinde yavaş yavaş otoritesini tesis ve tezyid etti. Alp Aslan’dan sonra Melikşah tahta geçince, Süleyman’ı Bizanslı’larla harbe ve Kızılırmak ötesindeki Bizans ülkelerinin fethine memur etti. Süleyman’a böyle bir vazife verirken Anadolu’daki bütün Türkmen kuvvetlerinin kumandanlığını da ona tevdi etti.
Bu sırada Anadolu’daki Bizans kumandan ve idarecileri arasındaki anlaşmazlıklar artmıştı. Büyük arazi sahiplerinin elinde âdeta bir köle hayatı yaşamakta olan halk, Bizans idaresinden pek memnun değildi. Türklerin fethettikleri ülkeler halkına hafif bir vergi tarh edip başka mükellefiyet yüklememeleri, ayrıca din ve mezhep hürriyeti de tanımaları, Türkleri onlara karşı amansız bir düşmandan daha başka türlü, hattâ âlicenap bile gösteriyordu.
Kutulmuşoğlu Süleyman Bizans’ın idare tarzını, bu idarenin zayıf taraflarını, Anadolu’da yaşayan halkın durumunu iyice kavramış olduğundan, fetih hareketlerinde bu bilgilerinden çok istifade etti. Süleyman, Anadolu’daki Bizans kumandanları arasındaki geçimsizlikten başka Bizans merkezindeki saltanat kavgalarından istifade fırsatını da kaçırmadı. Neticede Marmara yakınlarında İznik, Ege kıyılarında İzmir şehrine kadar mühim merkezleri zaptetti. İznik’i zaptedince burayı devletine merkez yaptı. İznik’in zapt ve merkez ittihazından bir sene sonra Anadolu Selçuklu devleti kurulmuş oldu (1077). Bizans’ın zaafından istifade eden Süleyman fetihlerini batı istikametinde ilerletiyordu. Lâkin 1081 de Bizans tahtına geçen Aleksis Komnenos’un karışıklıklara son verip Bizans kuvvetlerini bir araya toplaması, Süleyman’ın batıda duraklamasına sebep oldu. Süleyman bu arada doğu işlerine alâka göstererek Antakya’yı zaptetti. Bilâhare Selçuklu prensleri arasında eksik olmayan kavgalara Süleyman da karıştı. Suriye Selçukluları hükümdarı Tutuşla yaptığı bir harbde mağlûboldu ve öldü.
Anadolu’nun fethi ve bu ülkenin Türklere açılmasında en büyük hizmeti ifa eden Süleyman’ın ölümü, Anadolu Selçuklu devletinin teşkilâtlanmasında bir kaç senelik gecikmeye sebep oldu. Mamafih onun ölümü üzerine Antakya’ya kadar gelen Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, Anadolu ve Suriye işlerini düzene koydu ama, Süleyman’ın oğlu Kılıç Aslan’ı da beraberinde Irak’a götürdü.
Anadolu fâtihi Süleyman’ın zamansız ölümü ve oğlunun Irak’a götürülüp hapsedilmesi, Anadolu Türklüğünün yan başsız kalmasına, fütuhatın duraklamasına ve bu müddet zarfında da Bizans’ın rahat nefes almasına sebep oldu.
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın ölümünden (1092) sonra yerine geçen Berkyaruk, Kılıç Aslan’ı Anadolu’ya göndererek onu babasının fetihlerini devam ettirmeye memur edince; Anadolu Selçuklu devletinin temelleri daha kuvvetli şekilde atılmış oldu. Anadolu Selçuklu devletinin en kuvvetli ve değerli hükümdarlarından biri olan Kılıç Aslan, Berkyaruk’un ölümünden sonra (1104) onun yerine geçenleri metbu tanımıyarak istiklâlini ilân etti. İstiklâlini ilânla birlikte sultan unvanını alan Kılıç Aslan zamanında birinci Haçlı Seferi başlamıştı. Haçlılara karşı Anadolu’yu ve dolayısı ile İslâmiyet’i kahramanca müdafaa eden Kılıç Aslan’ın hayatı harbler ve mücadele ile geçmiştir. Bir taraftan haçlılar, öte taraftan Bizanslılarla çarpışmalar bu azimkar hükümdarı yıldırmadı Türkler de bu sırada Anadolu’da kesafet peyda ediyorlardı.
Birinci Kılıç Aslan’ın 1107 de İran ve Suriye Selçuklularına karşı yaptığı harbde mağlûbolması ve Habur çayında boğulması, Anadolu Selçuklularını yine sarstı. Yerine geçen oğlu Mesut (1116 -1156) bu sarsıntıya son vererek Kılıç Aslan’ın ölümünden istifadeye çalışan Bizanslıları mağlûbetmiye muvaffak oldu ama, onun arkasından ikinci Haçlı orduları ile uğraşmak zorunda kaldı. Haçlıları Tarsus geçitlerinde ve İçel dağlarında mahvetti.
Mesut’tan sonra hükümdar olan İkinci Kılıç Aslan Danişmendliler devletine nihayet vererek Anadolu’da Türk siyasi birliğini temin bakımından en büyük adımı atmış oldu. Yine bu hükümdar zamanında Bizanslılar ağır mağlûbiyetlere uğratılarak Bizans tecavüzünün kudreti kırıldı. Bundan sonra Anadolu Selçuk devleti için Bizans tehlikesi kalmamıştı. Gerçi İkinci Kılıç Aslan’dan sonra da Bizanslılarla birtakım çarpışmalar vuku buldu ise de, Bizanslılar artık Türkleri Anadolu’dan söküp atamayacaklarını, daha ziyade varlıklarını muhafaza için, tecavüz harbi değil müdafaa harbi yapmaları gerektiğini anladılar.
Anadolu Selçuklu devletinin en parlak devri Birinci Alâeddin Keykubat zamanına (1219-1236) rastlar, iyi bir idare adamı, tedbirli bir kumandan, mahir bir diplomat olan Alâeddin, devletini yükseltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Akdeniz kıyısındaki Kandelor şehrini zapt ederek ismini Alâiye’ye çevirdi ve kendisine kışlık merkez yaptı. Selçuklu devletinin arazisini Erzurum’a kadar genişletti. O sırada hayli kuvvetli bir devlet olan Eyyûbîlerle yaptığı harbi bile kazandı. Lâkin ustaca bir politika kullanarak Eyyûbîlerle dostluğu yeniden tesis etti. Hattâ Eyyûbîlerle birleşerek Harizmşahlar hükümdarı Celâleddin’e karşı Erzincan’da mühim bir zafer kazandı.
O sırada Moğol orduları Harizmşahlar devletinin topraklarına girmeye, neticede Harizmşahlar devleti yıkılmaya, muhtelif kumandanlar idaresindeki Harizmli Türkler etrafa dağılmaya başlamışlardı. Alâeddin bu Türklerden bir çoğunu ülkesinin doğu hudutlarına yerleştirdi. Böylece hem Anadolu’nun müdafaası, hem de Anadolu Türklüğünün kesafet peyda etmesi bakımından isabetli icraatta bulunmuş oluyordu.
On üçüncü asrın ilk yıllarından itibaren Selçuklu devletinin kemal devrine ulaşması ile Anadolu yollar, hastaneler, camiler, türbeler, medreseler, kütüphaneler, hanlar, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, köprüler inşa olunarak imar edilmiş, Türk kültürü tam mânasiyle bu topraklarda yerleşip gelişmiş; halk huzur ve refaha kavuşmuştu. Lâkin Birinci Alâeddin Keykubat’ın ölümünden bir müddet sonra beliren Moğol tehlikesi, Selçuklu devletinin parlaklığının sönmesine sebep oldu. Selçuklu sultanı İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev idaresindeki ordu 1243 de Kösedağ harbinde Mogollara yenilince, Anadolu Selçuklu devleti Moğolların himayesi altına düştü. Bu tarihten sonra Selçuklular bir daha bellerini doğrultup eski hallerini bulamadılar. Devlet 1308 de tamamen yıkılıncaya kadar İlhanlı himayesi devam etti.
Mamafih İlhanlı himayesine rağmen Anadolu’daki karışıklıklar bitip tükenmedi. İlhanlılara karşı kıyamlar; onların mukabil tenkilleri; Selçuklu ailesinin taht kavgaları Anadolu’da hayli tahribata ve insan öldürülmesine sebep oldu. Bütün bunlara rağmen İlhanlıların Anadolu’daki nüfuz sahaları Doğu ve Orta Anadolu’ya münhasır kalıyordu. Bundan faydalanan Türkmen beyleri Karaman havalisinde ve Batı Anadolu’da birtakım küçük devletler kurmuşlardı. Böylece Anadolu’da «Beylikler devri» açılmış ve Osmanlılar tarafından bir bayrak altında toplanmaya kadar Anadolu’nun siyasî birliği bozulmuştur.
Anadolu Selçuklu devleti, Büyük Selçukluların Anadolu’daki parçası ve devamı olduklarından devlet teşkilâtı bakımından Büyük Selçukluların sistemini devam ve inkişaf ettirmişlerdir. Seyhun boylarından Ege kıyılarına, Hicaz’dan Kafkasya’ya kadar uzanan ülkelerde İslâm vahdetini tesis etmiş olan Büyük Selçuklular İslâm mezhepleri içinde Sünniliği kabul ederek, İslâmiyet’in ve Türklüğün Anadolu’da yayılmasında da en büyük rolü oynadılar.
Anadolu Selçukluları ise, Anadolu’yu Türkler için ebedî bir vatan haline getirmişler, Bizans hâkimiyetini Marmara kıyılarına kadar geriletip, Anadolu’yu Türk halkı ve kültürü ile bezemişlerdir. İslâmiyet’in kalkanı halinde Haçlılara göğüs geren ve İslâmiyet’in Ege ve Akdeniz kıyılarında gerilemesine kanları pahasına mâni olan Selçuklulardır.
Binlerce yıllık tarih sayfaları karıştırılacak olursa; insanlığın kendini tanımaya ve gelecek günlere intikal edecek eserler bırakmaya başladığı zamanlardan itibaren, Türk kavminin, yakın ve uzak çevresinde tarihin her çağında mühim roller oynadığı, tarih devirlerini kapayıp yeni ve daha ileri devirler le insanlık âleminde geniş ufukların açılmasına sebep ve âmil olduğu görülür.
Milletimize bin beş yüz seneden beri alem olan Türk ismi söylenmeden çok önce de ırkımıza mensup insan toplulukları dünya medeniyetinin temellerine en yapıcı ve zengin harcı koymuşlar, bilhassa İslâmiyet’i kabulden sonra da yeryüzünde Hak dininin en fedakâr koruyucusu, eşsiz ve kahraman alemdarı, asil mücahidi olmuşlardır.
Türklüğün anavatanı haşin tabiat şartlarına malik olduğu için, Türk kavmi zaman zaman anavatanından dışarılara taşmış, kendi öz yurdundan başka topraklar üzerinde de dünya tarihine müessir olmuştur. Anayurt, asırlar boyunca, yakın veya uzak ülkelere, mütemadiyen göç kafileleri halinde Türk ırkından insanlar çıkaran tükenmez bir kaynak saha vazifesini görmüştür.
Anayurt Orta Asya’dan gelen Türklerin kurdukları en son devlet «Osmanlı devleti» dir. Bu kitapta Türk devletleri içinde en uzun ömürlüsü ve diğer Türk devletlerinden daha ziyade dünya tarihine müessir olan Osmanlı devletinin tarihini gözden geçireceğiz.
Fakat menşe ve bağlantı bakımından kısaca da olsa daha eski devirlerdeki Türk devletlerini ve faaliyetlerini de tetkik etmemiz icab eder.
ANAVATAN
Türk kavminin anavatanı Orta Asya’dır. Anavatan toprakları Hazar denizinden Kingan dağlarına, kuzeyde Sibir ovalarından, güneyde Pamir yaylasına, Karanlık dağlar, Altın dağları ve Çin’in kuzey eyaletlerine kadar uzanır. Bu geniş sahada Türklüğün en eski ve kalabalık olarak kaynaştığı yer Hazar denizi ile Balkaş gölü arasıdır. Denizlerden çok uzaklarda kalan Orta Asya’nın iklimi sert ve haşindir. Yüksek dağlar, derin vadiler, uçsuz bucaksız bozkırlar ve çöller Asya’nın bu iç kısmının mühim parçasını kaplarlar. Şehirler kurmaya ve nispeten kalabalık nüfusu beslemeye müsait arazi Aral gölüne dökülen Amuderya (Öküz) ve Siriderya (İnci) ırmakları ile Balkaş gölüne dökülen ırmaklar havzasında, ve biraz da Tanrı ve Altay dağları eteklerinde vardır. Nehirlerden ve dağ eteklerinden uzaklaşınca geniş bozkırlar başlar.
GÖÇLER
İşte bunun içindir ki, Türk kavmi, sert iklim, kısır topraklar ve haşin tabiat şartları karşısında çok defa Anayurt dışına taşmak ve göçlerle kendisine daha iyi topraklar edinmeye bakmak zorunda kalmıştır. Anayurttan zaman zaman kütleler halinde çıkan Türk kabileleri Çin’e, Hind’e, İran’a, Mezopotamya’ya, Mısır’a, Anadolu’ya ve Avrupa’nın doğusu ile Balkanlara ve Avrupa ortalarına kadar uzanmış ve gittikleri yerlerde muhtelif isimlerle devletler kurmuşlardır. Orta Asya’nın iklim şartlarının zorlamasının yanında Türk kavminin benliğinde mevcut hareketliliğin de göçlere müessir olduğunu ayrıca hesaba katmak lâzımdır.
Diğer taraftan, Türklerin daima müstakil ve hâkim yaşamak hususundaki yaratılış kabiliyetinin dahi, böylece yayılarak kendilerine müstakil hayat sahaları temin etmelerinde âmil olduğu unutulmamalıdır.
TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULDEN EVVELKİ DEVLETLERİ ve BATIYA YÜRÜYÜŞLERİ
Türkler, göçlerle çıktıkları anayurt dışında devletler kurdukları gibi anayurtta da birçok devletler kurmuşlardır. Bunların bilinen en eskisi Hun (Hiyung-nu) devletidir. Çin müverrihleri milâttan 2CC0 yıl evveline doğru Hunlardan bahsederlerse de Hun tarihinin asıl belirli safhası M. Ö. üçüncü asırdan başlamaktadır. Teoman ve Mete (M. Ö. 209 – 174) Hunların en meşhur hükümdarlarıdır. Çinliler meşhur Çin şeddini Hunların akınlarından korunmak için yapmışlardır. Orta Asya’da kurulan ilk Türk devleti olan Hun İmparatorluğu Çinlilerin uğraşmaları sonunda önce ikiye ayrılmış, sonra yakılmıştır. Çinlilerin idaresini kabul etmeyen Hunlardan büyük kütleler batıya, Güney Rusya yolu ile Orta Avrupa’ya kadar gitmişlerdir. Batıya göç eden Hunların, bugünkü Macaristan’da devlet kurarak kuzey İtalya ve Fransa’ya doğru yaptıkları müthiş akınlar, ortaçağın başındaki büyük kavimler göçünün sebeplerinden başlıcasını teşkil eder. Büyük Hun imparatoru Attilâ aynı zamanda Türk tarihinin de en meşhur şahsiyetlerinden birisidir.
Avrupa’yı titreten büyük Hun imparatorluğunun yıkılışından sonra başka Türk şubeleri de aynen Hunların takip ettikleri yoldan Güney Rusya, Balkanlar ve hattâ Orta Avrupa’ya kadar inmişlerdir. Türklerin, Hunlardan sonra batıya ikinci yürüyüşü kabul edilen bu göçler, milâdi altıncı asırdan on birinci asra kadar devam etmiştir. Batıya ikinci yürüyüşü yapan Türk şubeleri Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Oğuz (Uz) lardır. Hunların akınları Avrupa’da nasıl derin akisler bırakmışsa; ikinci Türk yürüyüşünü yapan muhtelif Türk topluluklarının hareketleri de Avrupa’nın değişmesinde o derece müessir olmuştur.
Türklerin anayurdu ve dünya büyük medeniyetlerine tesir sahaları: (1) Anayurt, (2) Orta Avrupa, (3) Ege, (4) Mısır, (5) Eti, (6) Sümer, (7) İran, (8) Hind, (9) Çin Karadeniz kuzeyi ve Balkanlarda Türklerin akın ve devlet kurma faaliyetleri devam ederken bundan en ziyade endişe duyan Bizanslılardı. Onun için Bizanslılar Türklere karşı yalnızca kuvvet kullanmak değil, siyasî kombinezon ve entrikalarla Türklüğü yıpratmayı menfaatlerine daha uygun bulmuşlardır. Türkleri birbirine düşürmek, bâzı Türk şubelerini diğerlerinden ayırarak muhtelif vaitlerle başka yerlere yerleştirmek, Türklerin arasına Hıristiyanlığı sokarak kendi taraflarına kazanmak suretiyle tehlikeyi hafifletip atlatmaya çalışmışlardır. Bizanslılar bu siyasetlerinde muvaffak olduklarından, batıya ikinci yürüyüşü yapan Türk şubelerinden bir kısmının hıristiyanlaşması, bir kısmının Islav tesirinde kalarak Islavlaşması ve neticede yine Hıristiyanlaşması, bir çoklarının da yekdiğerinden uzak düşerek diğer milletler arasında eriyip kalması sebebiyle Türklük hayli kayba uğramıştır.
Hunlar, daha sonra da Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Oğuz (Uz) lar Avrupa’ya göç ve akın hareketlerin de bulunurken Orta Asya elbette boşalmış değildi. Türklüğün Anayurdu olan Orta Asya yine en büyük Türk kütlelerini sinesinde barındırıyordu. Zaten ta eski çağdan zamanımıza kadar olan Türk tarihi toplu şekilde gözden geçirilecek olursa, batıya gitmek üzere Orta Asya’dan ayrılan Türklerden Hazar denizi kuzey yolunu seçenlerinin istikballeri Türklük bakımından pek parlak olmamıştır. Türk kavminin devamlılığını temin edenler, Orta Asya’da yaşamakta devam edenlerle Hazar denizinin güneyindeki yolu takip ederek batıya ilerleyenler olmuştur. Orhon Kitabeleri: Gök Türk hakanı Bilge’nin zamanını anlatan bu kitabelerin birincisi 620, sonuncusu 635 tarihinde Orhon nehri kenarına dikilmişlerdir.
Asya’da büyük Hun imparatorluğundan sonra kurulan Türk devletlerinden birisi de Gök Türk İmparatorluğudur. Gök Türklerin, eski Türk tarihi bakımından ehemmiyetleri büyüktür, ilk defa «Türk» adı söylenmek suretiyle kurulan ilk Türk devlet budur. Ayrıca bugün için bilinen en eski Türk kitabeleri de Gök Türklerden kalmıştır.
Orta Asya’daki Türkleri tek bir idare altında toplamaya muvaffak olan Gök Türk imparatorluğu (552 – 659) Çinlilerin Türk beylerini birbirine düşürmesi ve mütemadi hücumları yüzünden pek uzun ömürlü olamamışsa da, Kutluk Han ismindeki bir kahramanın gayretiyle Gök Türk devleti yeniden kurulmuş (681 – 745) ve bir müddet daha devam etmiştir.
Orhon Kitabelerinden bir yazı: Bu kitabelerin en mühim parçasında şöyle denilmektedir. ”Ey Türk, Oğuz beyleri, milleti işitin, yukarıda mavi gök çökmezse, aşağıda yağız toprak delinmezse senin ilini, senin töreni kim boğabilir? ” Karluk Türkleri ile birleşip Kutluk devletini yıkarak ayrı bir devlet kuran Uygurların da Türk medeniyeti tarihinde mühim rolleri vardır. Uygur yazısı diye isimlendirdiğimiz hususi bir yazıya sahip olan Uygurlar, medeniyet bakımından çok ilerlemiş vaziyette idiler.
(Oğuzlara yol gösteren bozkurt (Ressamlarımızın vakayı temsil eden bir tablosu)
Asya’nın iç kısmında kurulan Türk devletlerini sayarken Akhunlar (Eftalitler) ve Türkeşleri de ayrıca hatırlamak lâzımdır. MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ
Türklerin İslamiyet’i kabulleri, İslam dini ve İslam devletleri için büyük bir kuvvet kaynağı teşkil edip İslamiyet’e yeni ufuklar açtığı gibi; İslamiyet de Türk kavmi için yeni ve bambaşka ufukların açılmasına sebep olmuştur. Türkler, kendilerinden de pek çok şeyler kattıkları İslam medeniyeti çerçevesi dahilinde yüzlerini eskisi gibi doğuya ve güney istikametine değil, batıya, yani Ön Asya’ya çevirmişlerdir. Türkler İslamiyet’ten önce büyük devletler kurdukları zaman Çin’e doğru genişlemeyi gözetirken, İslamiyet’i müteakip Çin’e doğru uzanmayı bırakmışlardır. Bu hal, Çin ile Türklerin birbirlerine mütekabil tesirlerini de ziyadesiyle azaltmıştır. İslamiyet, Türklerin, umumiyetle İç Asya’da devlet kuran bir kavim halinden çıkmasına da amil olmuştur. Tabi bu mühim neticelerin ortaya çıkması için, İslamiyet’i kabullerinin üzerinden bir iki asırlık zamanın geçmesi icap etmiştir.
İslam Araplar Türklerle ilk defa Halife Ömer zamanında temasa gelmişlerdir. Arap orduları İran’daki Sasani devletini Yıkarak Horasan’ın doğu hudutlarında Türklerle temasa geldikleri sırada, Gök Türk devleti Çin entrikalariyle sarsılmış vaziyette son günlerini yaşıyordu.
Araplar Sasani devletini Yıkarak İran’ı istilalarını müteakip bu memleketi 10-15 sene zarfında İslamlaştırarak kendi taraflarında iyice kazanınca daha esaslı şekilde Türk ülkelerini istilaya kalkışmışlardır. Araplardaki istila hırsı ile, Türklerdeki istiklal aşkı, yarım asır devam eden Türk-Arap mücadelesine sebep olmuştur. Bu mücadele ve temaslar neticesi Türkler, yavaş yavaş İslamiyet’i kabule başlamışlardır. Bilhassa Abbasi halifelerinin Türklere karşı iyi muameleleri ve Türk ırkının eşsiz hasletlerini tanıyarak onlara gereken önem ve mevkii vermeleri, Türklerin, hem kütle halinde İslamiyet’i kabullerinde; hem de İslam medeniyetine her bakımdan değerli hizmetler ifa etmelerinde amil olmuştur.
Abbasi halifelerinin Türklere karşı iyi davranmaları ve onları tanımaları bazı halifelerin Türklerden hassa ordusu teşkil etmelerine, Türklerin Bağdat’ta mühim mevkileri ellerine geçirmelerine ve yavaş yavaş İran üzerinden Irak’a doğru göç edip yerleşmelerine yol açmıştır.
Türkler Bağdat’ta nüfuz sahibi bulundukları sırada Horasan ve Maveraünnehir’de mühim eyaletlerin valiliklerine tayin edilmekte idiler. Türklerin eyalet valiliklerine tayinleri Abbasilerin zayıf zamanlarında çeşitli Türk devletlerinin kurulmaları ile neticelenmiştir. Böylece Türkler Abbasi imparatorluğu yıkılmadan ilk Müslüman Türk devletlerini kurmuşlar, daha sonra da Abbasi halifeliğinin koruyucusu ve yaşatıcısı olmuşlardır.
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ilk Müslüman Türk devletleri Horasan ve Maveraünnehir’de, yani daha ziyade anayurtta kurulmuştur. Bunlar kuvvetlendikçe nüfuz ve hakimiyet sahalarını en çok batı ve güney istikametinde genişletmişleridir.
Maveraünnehir’de kurulan Samanoğulları, Karahanlılar, Gazneliler, Mısır’da kurulanlar ise Tulunoğlulları, Ihşitlerdir. Daha sonra ise Maveraünnehir, İran ve Hazar denizi civarında Harizmşahlar, Selçuklular, Timurlular; Mısır’da da Kölemenler ve Eyyubiler devlet kurmuşlardır.
Müslüman Türk devletlerinin en eskisi olan Samanoğlulları devleti (874-999) Maveraünnehir ve Horasan’a hâkim olmuştur. Samanoğlulları devletinin teşkilatı daha sonra kurulan Müslüman Türk devletlerine ilk örneği vermiştir. Samanoğullarının yıkılmasında en baş rolü oynamış olan Karahanlılar devleti ( 932-1212) halkının ve hükümdar ailesinin tamamen Türk olması bakımından Samanoğullarından daha ziyade Türk tarihi bakımından önemlidir. Karahanlılar’ın Maveraünnehir’den başka Çin Türkistanı’na da sahibolmaları, İslamiyetin Türkler arasında doğu istikametinde yayılmasına da amil olmuştur. Karahanlılardaki devlet teşkilat ve telakkisi ile İslami geleneklarin karışımından ibarettir. Karahanlılar zamanında meydana getirilen eserlerden Kutadgu Bilik ve Divan-ı Lûgat-it-Türk gibi eserler zamanımıza kadar intikal etmiştir. Bu kitapların Türk dili ve edebiyatı bakımından önemi büyüktür. İlk Müslüman Türk devletlerinin en kuvvetlisi olan Gazneliler’in (962-1183) merkezi sikleti daha ziyade Afganistan’da temerküz etmişti. Gazneliler; Maveraünnehir ve Horasan’dan başka Hindistan’ın kuzey kısımlarına sahip olmaları bakımından da ayrı bir hususiyet taşırlar. Gazneliler’in en meşhur hükümdarı olan Mahmut, Hindistan’a yaptığı seferler neticesinde İslamiyet’in ilk defa bu ülkeye girmesini temin etmiştir. İslamiyet’i Hindistan’a ilk defa sokmuş olan Gazneli Mahmut zamanında Gazne şehir ilim ve sanat adamlarının toplanma yeri olarak da şöhret kazanmıştır. Abbasiler zamanında Türkler mühim vilayetlere vali tayin edildikleri zaman mahiyetlerinde Türklerden asker ve köleler bulundururlardı. İşte bu suretle Mısır’da valilik eden Tulunoğlu Ahmet etrafındaki Türk unsuruna istinat etmek suretiyle müstakil bir devlet kurmuştur. Böylece Mısır’da Türk devletleri faslının açılması na sebep olan Tuluoğlu Ahmed’in kurduğu devlet, kendisine nispet edilerek Tuluoğlulları adını taşımaktadır. Tulunoğlulları devleti (868-905) pek uzun ömürlü olmamakla beraber Mısır’da Türk devletleri için ilk zemini hazırladığı için mühimdir. Nitekim Tuluoğullarının yıkılmasından kısa bir zaman sonra Mısır’da ikinci bir Türk devleti daha kurulmuştur ki bu devlet Ihşitler (935-969) devletidir. Mısırdaki ilk Türk devletine Abbasiler, ikincisine de Kuzey Afrika’da teşekkül etmiş olan Fatımîler son vermiştir. Müslüman Türk devlerinden birisi de Hazar denizinin güney ve doğu çevresi ile Maveraünnehir bölgesinde kurulmuş olan Harizmşahlar devletidir. Miladi dördüncü asırdan beri Harzem kıtasında hakim olan sülaleye Harizmşahlar denilmekte idi. İslam istilası vukubulunca Harizmşahlar sülalesi, Emevilere, Abbasilere, daha sonra da Samanoğullarına tabi olarak devam etti. Fakat Harizmşahlar on birinci asrın sonlarına doğru kudretlerini gösterdiler. Harizmşahlar devleti 1077 den 1231 yılına kadar devam etti. Moğol istilası İran’a kadar uzanınca bu devlet Moğollar tarafından yıkıldı.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulup da Maveraünnehir’de Anadolu’nun batısına kadar uzanan topraklar Türk idaresinde birleştirilince Türkler için yerleştirilecek yeni ülkeler ortaya çıkmıştı. Bu sebeple, Tükler İran üzerinden Irak, Suriye ve Anadolu’ya doğru ilerleyip bu topraklara yerleştiler. Selçuklu İmparatorluğu yıkılınca onun mirası üzerinde irili ufaklı birtakım Türk devletleri kuruldu. Bu küçük devletler zamanla arazilerini genişlettiler. İşte bu arada da Mısır’da da, ikinci defa Türk devletleri faslı açıldı. Musul atabeyi Nureddin Mahmud’un ileri gelen amirlerinden Eyyuboğlu Selahattin tarafından tesis edilen Eyyubi devleti (1174-1250) Mısır’da yedi asır devam edecek Türk idaresi için başlangıç teşkil etmiştir. Eyyubiler, Haçlılar’a karşı Suriye ve Mısır’ı müdafaa etmeleri bakımından da tarihte önem taşırlar.
Eyyubilerden sonra Mısır’da kurulan Türk devletlerinden ikincisi Kölemenler devletidir. 1250 yılından, Osmanlıların 1517’de Mısır’ı fetihlerine kadar devam etmiştir. Kölemenler devleti kuvvetli zamanlarında yalnız Mısır’a değil, Filistin ve Suriye’ye, Hicaz’a, Mısır’ın güneyinde Nubi kıtasına kadar hükmetmiştir.
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ
Selçuklu İmparatorluğu’nun bundan önce gayet kısa şekilde gözden geçirdiğimiz Türk devletlerinden daha fazla ve daha başka önemi mevcuttur. Selçuklu İmparatorluğu, bir defa dünya tarihine fazlaca tesir eden imparatorluklardandır. Sonra Selçuklular, Osmanlı devletinin kurulmasına yol açmaları bakımından mutlaka tetkike değer. Şayet Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulmasaydı, Anadolu Türkleşemez ve bu ikinci vatan üzerinde bir takım irili ufaklı Türk devletleri arasında Osmanlı devleti de kurulmazdı.
Dünya tarihinde Türkler kadar fazla sayıda devletler kuran bir kavim daha gösterilemez. Türk devletlerinin bir kısmı anayurt Orta Asya’da, bir kısmı da anayurt dışında kurulmuştur. Gelip geçmiş bir çok Türk devletleri arasında Asya’daki Hunların, Gök Türklerin, Selçukluların, Osmanlıların gerek milli gerekse umumi tarih bakımından önem ve tesirleri diğer Türk devletlerininkinden üstündür. Dünya tarihinin cereyanı üzerinde müessir olmuş bu Türk devletleri, aynı zamanda gelip geçmiş dünya imparatorlukları içinde de büyüklükleri ile nazarı dikkati celbederler.
Anayurt dışına taşan ve batı istikametinde göç eden Türkler, Hazar denizinin kuzeyi ile birde güneyini takip etmişlerdir. Hazarın güney yolunu İran’daki Sasani devleti asırlarca kapatmış olduğundan Türkler, Sasani devleti yıkılıncaya kadar hep Hazar’ın kuzey yolunu takip etmişler, Güney Rusya, Balkanlar ve Orta Avrupa’ya kadar ilerlemişlerdir. Bu yolu takip edenler geniş topra ASklara yayılarak Hıristiyan unsurlar arasında nüfusca kesafet tesis edemediklerinden zamanla milliyetlerini kaybederek onların arasında eriyip gitmişlerdir. Fakat güney yolunu takip edenlerin akıbeti böyle olmamış, Türk kavmi için yeni vatanların teessüs etmesini sağlamıştır.
İşte güney yolunda büyük çapta ilerlemede önderlik eden ve Türklüğe yeni bir vatan kazandırıp, Orta Asya dışında en uzun ömürlü ve şanlı bir Türk devletinin kurulmasına yol açan Selçukluların bu bakımdan mutlaka tetkiki gerekir. Denebilir ki, anayurt dışında Türklük için milli tarih safhası Selçuklularla açılmıştır. Bu arada, şurası da calibi dikkattir ki, Selçuklular da, Osmanlılar da, hatta İç Asya’daki Gök Türk imparatorluğunu kuranlar da Türklerin “Oğuz” şubesindendir. O halde Türk tarihindeki devamlılığın temin ve tesisinde Oğuzların diğer Türk şubelerine üstünlükleri barizdir.
Selçuklulara gelinceye kadar kurulmuş olan muhtelif Türk devletlerinde göçebelik, esas vasfı teşkil ederken, bu vasıf Selçuklularda yerleşik hayat vasfından geride kalmıştır. Anadolu Selçuklularından ve ondan sonra gelen Osmanlılarda ise göçebelik vasfı devlet çapında silinerek yerini yerleşiklik vasfına terk etmiştir.
Selçuklu devletini kuran Oğuzlar, bu büyük devletin kuruluş safhasında tekaddüm eden hazırlık devrelerini Maveraünnehir’de geçirmişlerdir. Dandanakan meydan muharebesinde (1040) kazanılan zaferle, Selçuklu devleti birdenbire ortaya çıkıp kendisini gösterince, devletin merkezi sıkleti daha ziyade İran’da toplanmıştır. 1071 de Bizanslılara karşı kazanılan Malazgirt zaferinden sonra ise Türklüğün mukadderatı Anadolu’ya kayıp, asırlarca bu topraklara bağlı kalınmıştır.
Selçuklu imparatorluğu tarihinin Başlangıç Devri, hanedana ve devlete adını veren Selçuk’un babası Dukak’ın İslam ülkeleri dışında bir Türk hükümdarı Yabgu’nun maiyetinde bulunduğu zamandan başlar ve Dandanakan meydan muharebesi ile biter. Bu devre, hemen hemen bir asır kadar devam etmiş, Selçuklu ailesinin etrafında bulunan ve zamanla teşkilatlanıp gelişen bu topluluk, devletin kuruluş safhasına rastlıyan zamanda yarı müstakil bir hüviyet taşımıştır. Tuğrul bey idaresindeki Selçuklu kuvvetleri Gazneliler hükümdarı Sultan Mesud’un ordusunu 1040’da Dandanakan’da mağlûbedince Selçuklu devleti müstakil hüviyetiyle ortaya çıkmakla kalmamış, Türkler içinde yeni ufuklar açılmıştır. Selçuklu imparatorluğu teşekkül edince, Müslüman Oğuzlar yeni zaptedilen ülkelerden İran ve Azerbaycan’a göç etmeye başlamışlardır. Selçukluların büyük hükümdarlarından Alp Aslan’ın Bizans imparatoru Romanos Diogones’i Malazgirt harbinde (26 Ağustos 1071) büyük bir mağlubiyete uğratması, Türklere Anadolu yolunu açtığından Türkler büyük kütleler halinde Anadolu’ya akmıştır. Anadolu toprakları Ege ve Marmara denizi yakınlarına kadar zaptedildikçe Türkler bitip tükenmek bilmeyen dalgalar halinde Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Böylece Anadolu çabucak bir Türk vatanı haline gelivermişti.
Büyük Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın ölümünden sonra yerine geçe oğlu Melikşah (1072-1092) zamanı Selçuklu imparatorluğunun en parlak devridir. Melikşah zamanında Selçuklu imparatorluğu toprakları Seyhun boylarından Ege denizi yakınlarına, Hicaz topraklarından Kafkasya’ya kadar uzanıyordu. Bu büyük imparatorluk; a- Selçuklu hanedanından hükümdarlar,
b- Selçuklu hanedanından olmayan Türk hükümdarlar,
c- Başka soydan hükümdarlar tarafından,
büyük Selçuklu sultanına tabi olarak idare edilmekteydi. Hatta büyük sultana tabi hükümdarlara bağlı, yani ikinci hatta üçüncü derece hükümdarlar bile mevcuttu. Bu kademeli hakimiyet sistemi, büyük Selçuklu imparatorluğunun saltanat kavgaları ile çabucak sarsılıp yıkılmasına sebep olmuştur. Mamafih, Anadolu, Irak ve Kirman Selçukluları devletlerinin taazzuv ve yaşamaları da mevzubahis kademeli hakimiyet sisteminin bir neticesidir. Selçuklu imparatorluğu en geniş halini muhafaza ettiği devrede, yarı müstakil vaziyetteki tabi hükümdar ve prenslerin taht kavgasına kalkışmaları yüzünden şiddetle sarsıldı. Son hükümdar sayılan Sultan Sancar’ın (1117-1157) uğraşmaları Melikşah’ın ölümünden sonra baş gösteren ayrılık temayüllerini tamamen ortadan kaldırmaya kifayet etmedi. Nihayet onun 1157’de ölümü ile imparatorluk parçalandı.
ANADOLU SELÇUKLULARI
Büyük Selçuklu sultanı Alp Aslan ile Bizans imparatoru Romanos Diogenis arasında vuku bulan Malazgirt savaşı Anadolu’nun mukadderatında yeni bir devir yarattı. 1071 yılında Malazgirt zaferinin kıymetli bir meyvası halinde Türkler Anadolu’yu yeni vatanları halinde kazandılar. Gerçi Malazgirt savaşından bir sene evvel Selçuklu prensleri veya onlara bağlı Türk kumandanları emrindeki kuvvetler Anadolu’ya girmişler, bilhassa Doğu Anadolu topraklarını aşağı yukarı devamlı denecek derecede hâkimiyetleri altına almışlardı. Hattâ Konya’ya kadar uzanan Türk akını bile olmuştu. Fakat bunlara rağmen, Bizans kuvvetinin esaslı şekilde ezilerek Anadolu’nun Türklüğe açılması Malazgirt zaferi ile mümkün oldu.
Malazgirt savaşının yapıldığı 1071 yılında, zaferi müteakip Anadolu’da üç küçük Türk devletçiği teşekkül etti. Bunlar; Erzurum ve çevresinde Saltuklar, Erzincan etrafında Mengüçler; Sivas ve çevresinde Danişmendliler’dir. Anadolu’daki bu ilk Türk devletlerini kuranlar Alp Aslan’ın maiyetinde çalışmış emirlerdir. Alp Aslan onları Anadolu’da muayyen yerlerin fethine memur etmiş, bu beyler de fethettikleri topraklarda büyük sultana bağlı devletler kurmuşlardır. Bir ilâ bir buçuk asır kadar devam eden ve Anadolu’nun imarı ile kültürünün yükselmesinde büyük hizmetler ifa eden bu devletler, bir bakıma, Anadolu’da ilk Selçuklu feodalitesi telâkki edilmektedir. Anadolu Selçuklu devletinin kuvvetlenerek önce Danişmendileri, sonra Mengüçleri, en nihayet de Saltukları ortadan kaldırarak topraklarını ilhak etmesi, Anadolu’daki ilk Selçuk beyliklerinin nihayete ermesini sağlamıştır.
Anadolu’da geniş çapta fetihler yapan ve Anadolu Selçuklu devletim kuran Kutulmuşoğlu Süleyman’dır. Selçuk’un oğlu Arslan’ın oğlu Kutulmuş, Tuğrul Bey zamanında Anadolu fütuhatına iştirak etmiş, Doğu Anadolu’nun fethini bizzat kendisi başararak hayli kuvvetlenmişti. Kutulmuş, kuvvetine güvenerek Sultan Alp Aslan’a isyan etmiş, onunla yaptığı bir muharebede ölmüştü.
Bu isyan yüzünden Alp Aslan Kutulmuş’un oğlu Süleyman’ı Urfa ile Birecik mıntıkasında ikamete memur etti. Süleyman daha önce bu mıntıkaya yerleşmiş olan Türkmenler üzerinde yavaş yavaş otoritesini tesis ve tezyid etti. Alp Aslan’dan sonra Melikşah tahta geçince, Süleyman’ı Bizanslı’larla harbe ve Kızılırmak ötesindeki Bizans ülkelerinin fethine memur etti. Süleyman’a böyle bir vazife verirken Anadolu’daki bütün Türkmen kuvvetlerinin kumandanlığını da ona tevdi etti.
Bu sırada Anadolu’daki Bizans kumandan ve idarecileri arasındaki anlaşmazlıklar artmıştı. Büyük arazi sahiplerinin elinde âdeta bir köle hayatı yaşamakta olan halk, Bizans idaresinden pek memnun değildi. Türklerin fethettikleri ülkeler halkına hafif bir vergi tarh edip başka mükellefiyet yüklememeleri, ayrıca din ve mezhep hürriyeti de tanımaları, Türkleri onlara karşı amansız bir düşmandan daha başka türlü, hattâ âlicenap bile gösteriyordu.
Kutulmuşoğlu Süleyman Bizans’ın idare tarzını, bu idarenin zayıf taraflarını, Anadolu’da yaşayan halkın durumunu iyice kavramış olduğundan, fetih hareketlerinde bu bilgilerinden çok istifade etti. Süleyman, Anadolu’daki Bizans kumandanları arasındaki geçimsizlikten başka Bizans merkezindeki saltanat kavgalarından istifade fırsatını da kaçırmadı. Neticede Marmara yakınlarında İznik, Ege kıyılarında İzmir şehrine kadar mühim merkezleri zaptetti. İznik’i zaptedince burayı devletine merkez yaptı. İznik’in zapt ve merkez ittihazından bir sene sonra Anadolu Selçuklu devleti kurulmuş oldu (1077). Bizans’ın zaafından istifade eden Süleyman fetihlerini batı istikametinde ilerletiyordu. Lâkin 1081 de Bizans tahtına geçen Aleksis Komnenos’un karışıklıklara son verip Bizans kuvvetlerini bir araya toplaması, Süleyman’ın batıda duraklamasına sebep oldu. Süleyman bu arada doğu işlerine alâka göstererek Antakya’yı zaptetti. Bilâhare Selçuklu prensleri arasında eksik olmayan kavgalara Süleyman da karıştı. Suriye Selçukluları hükümdarı Tutuşla yaptığı bir harbde mağlûboldu ve öldü.
Anadolu’nun fethi ve bu ülkenin Türklere açılmasında en büyük hizmeti ifa eden Süleyman’ın ölümü, Anadolu Selçuklu devletinin teşkilâtlanmasında bir kaç senelik gecikmeye sebep oldu. Mamafih onun ölümü üzerine Antakya’ya kadar gelen Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, Anadolu ve Suriye işlerini düzene koydu ama, Süleyman’ın oğlu Kılıç Aslan’ı da beraberinde Irak’a götürdü.
Anadolu fâtihi Süleyman’ın zamansız ölümü ve oğlunun Irak’a götürülüp hapsedilmesi, Anadolu Türklüğünün yan başsız kalmasına, fütuhatın duraklamasına ve bu müddet zarfında da Bizans’ın rahat nefes almasına sebep oldu.
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın ölümünden (1092) sonra yerine geçen Berkyaruk, Kılıç Aslan’ı Anadolu’ya göndererek onu babasının fetihlerini devam ettirmeye memur edince; Anadolu Selçuklu devletinin temelleri daha kuvvetli şekilde atılmış oldu. Anadolu Selçuklu devletinin en kuvvetli ve değerli hükümdarlarından biri olan Kılıç Aslan, Berkyaruk’un ölümünden sonra (1104) onun yerine geçenleri metbu tanımıyarak istiklâlini ilân etti. İstiklâlini ilânla birlikte sultan unvanını alan Kılıç Aslan zamanında birinci Haçlı Seferi başlamıştı. Haçlılara karşı Anadolu’yu ve dolayısı ile İslâmiyet’i kahramanca müdafaa eden Kılıç Aslan’ın hayatı harbler ve mücadele ile geçmiştir. Bir taraftan haçlılar, öte taraftan Bizanslılarla çarpışmalar bu azimkar hükümdarı yıldırmadı Türkler de bu sırada Anadolu’da kesafet peyda ediyorlardı.
Birinci Kılıç Aslan’ın 1107 de İran ve Suriye Selçuklularına karşı yaptığı harbde mağlûbolması ve Habur çayında boğulması, Anadolu Selçuklularını yine sarstı. Yerine geçen oğlu Mesut (1116 -1156) bu sarsıntıya son vererek Kılıç Aslan’ın ölümünden istifadeye çalışan Bizanslıları mağlûbetmiye muvaffak oldu ama, onun arkasından ikinci Haçlı orduları ile uğraşmak zorunda kaldı. Haçlıları Tarsus geçitlerinde ve İçel dağlarında mahvetti.
Mesut’tan sonra hükümdar olan İkinci Kılıç Aslan Danişmendliler devletine nihayet vererek Anadolu’da Türk siyasi birliğini temin bakımından en büyük adımı atmış oldu. Yine bu hükümdar zamanında Bizanslılar ağır mağlûbiyetlere uğratılarak Bizans tecavüzünün kudreti kırıldı. Bundan sonra Anadolu Selçuk devleti için Bizans tehlikesi kalmamıştı. Gerçi İkinci Kılıç Aslan’dan sonra da Bizanslılarla birtakım çarpışmalar vuku buldu ise de, Bizanslılar artık Türkleri Anadolu’dan söküp atamayacaklarını, daha ziyade varlıklarını muhafaza için, tecavüz harbi değil müdafaa harbi yapmaları gerektiğini anladılar.
Anadolu Selçuklu devletinin en parlak devri Birinci Alâeddin Keykubat zamanına (1219-1236) rastlar, iyi bir idare adamı, tedbirli bir kumandan, mahir bir diplomat olan Alâeddin, devletini yükseltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Akdeniz kıyısındaki Kandelor şehrini zapt ederek ismini Alâiye’ye çevirdi ve kendisine kışlık merkez yaptı. Selçuklu devletinin arazisini Erzurum’a kadar genişletti. O sırada hayli kuvvetli bir devlet olan Eyyûbîlerle yaptığı harbi bile kazandı. Lâkin ustaca bir politika kullanarak Eyyûbîlerle dostluğu yeniden tesis etti. Hattâ Eyyûbîlerle birleşerek Harizmşahlar hükümdarı Celâleddin’e karşı Erzincan’da mühim bir zafer kazandı.
O sırada Moğol orduları Harizmşahlar devletinin topraklarına girmeye, neticede Harizmşahlar devleti yıkılmaya, muhtelif kumandanlar idaresindeki Harizmli Türkler etrafa dağılmaya başlamışlardı. Alâeddin bu Türklerden bir çoğunu ülkesinin doğu hudutlarına yerleştirdi. Böylece hem Anadolu’nun müdafaası, hem de Anadolu Türklüğünün kesafet peyda etmesi bakımından isabetli icraatta bulunmuş oluyordu.
On üçüncü asrın ilk yıllarından itibaren Selçuklu devletinin kemal devrine ulaşması ile Anadolu yollar, hastaneler, camiler, türbeler, medreseler, kütüphaneler, hanlar, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, köprüler inşa olunarak imar edilmiş, Türk kültürü tam mânasiyle bu topraklarda yerleşip gelişmiş; halk huzur ve refaha kavuşmuştu. Lâkin Birinci Alâeddin Keykubat’ın ölümünden bir müddet sonra beliren Moğol tehlikesi, Selçuklu devletinin parlaklığının sönmesine sebep oldu. Selçuklu sultanı İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev idaresindeki ordu 1243 de Kösedağ harbinde Mogollara yenilince, Anadolu Selçuklu devleti Moğolların himayesi altına düştü. Bu tarihten sonra Selçuklular bir daha bellerini doğrultup eski hallerini bulamadılar. Devlet 1308 de tamamen yıkılıncaya kadar İlhanlı himayesi devam etti.
Mamafih İlhanlı himayesine rağmen Anadolu’daki karışıklıklar bitip tükenmedi. İlhanlılara karşı kıyamlar; onların mukabil tenkilleri; Selçuklu ailesinin taht kavgaları Anadolu’da hayli tahribata ve insan öldürülmesine sebep oldu. Bütün bunlara rağmen İlhanlıların Anadolu’daki nüfuz sahaları Doğu ve Orta Anadolu’ya münhasır kalıyordu. Bundan faydalanan Türkmen beyleri Karaman havalisinde ve Batı Anadolu’da birtakım küçük devletler kurmuşlardı. Böylece Anadolu’da «Beylikler devri» açılmış ve Osmanlılar tarafından bir bayrak altında toplanmaya kadar Anadolu’nun siyasî birliği bozulmuştur.
Anadolu Selçuklu devleti, Büyük Selçukluların Anadolu’daki parçası ve devamı olduklarından devlet teşkilâtı bakımından Büyük Selçukluların sistemini devam ve inkişaf ettirmişlerdir. Seyhun boylarından Ege kıyılarına, Hicaz’dan Kafkasya’ya kadar uzanan ülkelerde İslâm vahdetini tesis etmiş olan Büyük Selçuklular İslâm mezhepleri içinde Sünniliği kabul ederek, İslâmiyet’in ve Türklüğün Anadolu’da yayılmasında da en büyük rolü oynadılar.
Anadolu Selçukluları ise, Anadolu’yu Türkler için ebedî bir vatan haline getirmişler, Bizans hâkimiyetini Marmara kıyılarına kadar geriletip, Anadolu’yu Türk halkı ve kültürü ile bezemişlerdir. İslâmiyet’in kalkanı halinde Haçlılara göğüs geren ve İslâmiyet’in Ege ve Akdeniz kıyılarında gerilemesine kanları pahasına mâni olan Selçuklulardır.
Yorum