Sual: Resulullah'ın her sözünü Allah kelamı gibi kabul etmekte mahzur var mıdır? Resulullah'ın vârisi olan hakiki âlimlerin ve mürşid-i kâmillerin ictihadlarını, dinle ilgili her sözünü, her açıklamasını, Resulullah'ın sözleri gibi sağlam kabul etmekte, kelam-ı ilahinin açıklaması olarak görmekte mahzur olur mu?
CEVAP
Resulullah efendimizin din hakkındaki her sözü, Allah'ın kelamına dayanır. İctihadında yanılabilirse de, Allahü teâlânın razı olduğu şekil hemen bildirilip düzeltilirdi. Öyle kalmazdı. (Beydavi – S. Ebediyye)
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O, kendiliğinden konuşmaz. Onun [din ile ilgili] her sözü vahye dayanır.) [Necm 3-4]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur’anla beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.) [Taberani]
Hâşâ Peygamber efendimize, sen bize Kur’andan farklı söylüyorsun denebilir mi? Yalan söylüyorsun denir mi? Hâşâ Allahü teâlâ, emin olmayan birini peygamber olarak gönderir mi? O hâlde, Resulullah efendimizin dine ait her sözünün Allah kelamı olduğuna itiraz edilemez. Yani hepsi vahye dayanır.
Hadis-i kudsi, mânası Allahü teâlâdan, sözleri Resulullah’tan diye tarif edilir. Söz aynı değilse de, mâna aynıdır. Mesela, Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Kuzu eti helâldir) diye bildirmişse, O da, (Dine uygun kesilen kuzu etini yemek helâldir) diye nakletmişse, mâna itibarıyla ikisi de aynıdır. Sadece anlatış farkı vardır. Peygamber efendimizin bildirdiği dinî hükümlerin hepsi böyledir. Onun için ister hadis-i kudsi olsun, ister diğer hadis-i şerifler olsun vahiy mahsulü olarak görmek lazımdır. Peygamber efendimizin emriyle Allah'ın emri arasında fark görmemek lazımdır. Resul, elçidir. Elçi, temsil ettiği kimsenin sözünü bildirir. Bu sözü bildirirken farklı kelimelerle açıklamalar yapabilir. Resulullah, Allahü teâlânın kulu, elçisi, halifesi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından asıl gibidir. Vekile itiraz, asıl şahsa itirazdır, vekili tasdik aslı tasdiktir. Emirlerde vekili, asıldan ayrı görmemek lazımdır. Çünkü Allahü teâlâ, güvendiği kimseleri peygamber, vekil yapar. Vekil de Allah'ın emrini aynen bildirir.
Demek ki Peygamber efendimizin hadis-i şerifleri, kelam-ı ilahinin başka kelimelerle açıklanmış hâlidir. Bu bakımdan Resulullah efendimizin sözlerini kelam-ı ilahiden ayrı kabul etmek yanlıştır. Kur'an-ı kerimi okuyunca (Sadakallah-ül azim) dediğimiz gibi, hadis-i şeriflerden sonra da desek küfür olmaz. Çünkü Allah'ın sözünün doğruluğunu tasdik ediyoruz.
Peygamber efendimiz, nasıl Allahü teâlâdan gelenleri ümmetine aktarmışsa, Resulullah'ın vârisleri olan Eshab-ı kiram ve Ehl-i sünnet âlimleri de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlere tâbi olun!) buyurmuştur. (Deylemi)
Eğer âlimler, Resulullah’ın bildirdiklerinden farklı bir şey bildirecek olsalardı, (Âlimlere tâbi olun!) buyurmazdı. (Sadece Kur'ana ve bana tâbi olun) derdi.Hâlbuki (Âlimlere uyun! Onlar, dünya ve âhiretin ışıklarıdır) buyurmuştur. (Deylemi)
Nasıl Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın elçisi, vekili ise, Ehl-i sünnet âlimleri de, Resulullah efendimizin vekilleri ve vârisleri olan güvenilen zatlardır. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Davud, İ. Mace, Tirmizi, Deylemi, İ. Neccar]
(Âlimler, yeryüzünün ışıkları, benim ve diğer enbiyanın vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
(Salih âlimle nebi arasında bir derece fark vardır. O da nebilik makamıdır.) [R. Nasıhin]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi, R. Münire]
Âlimler Kur'an-ı kerimde de övülüyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
Bazı cahiller, (Madem hadisler Allah'ın kelamının açıklaması ise niye hadislerde farklı hükümler var? Mezhepler niye farklıdır?) diyor. Allahü teâlâ, insanların faydasına olması için, o zamandaki insanlara itikatta aynı, amelde farklı dinler göndermiştir. Yani Hazret-i Âdem’den beri gönderdiği dinler, itikatta aynı, amelde farklıydı. Resulullah efendimiz de insanların durumuna göre farklı hükümler bildirmiştir. Mesela birine (Vücuttan kan çıkması abdesti bozar) derken, bir başkasına (Bozmaz) demiştir. Kıyamete kadar gelecek olan, her coğrafyadaki, her iklimdeki, her yaştaki ümmetine kolaylık olan böyle hükümler çoktur. Bunu Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiş ki, Peygamberi de ümmetine bildiriyor. Peygamber efendimiz de, farklı ictihadların, farklı mezheplerin meydana gelmesini istemiş, (Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir) buyurmuştur. (Beyheki)
Bir mezhebin hükmüne uyan, Allah'ın ve Resulünün emrine uymuş olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin ictihadlarını, Allah'ın ve Resulünün emri olarak kabul etmek lazımdır.
CEVAP
Resulullah efendimizin din hakkındaki her sözü, Allah'ın kelamına dayanır. İctihadında yanılabilirse de, Allahü teâlânın razı olduğu şekil hemen bildirilip düzeltilirdi. Öyle kalmazdı. (Beydavi – S. Ebediyye)
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O, kendiliğinden konuşmaz. Onun [din ile ilgili] her sözü vahye dayanır.) [Necm 3-4]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur’anla beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.) [Taberani]
Hâşâ Peygamber efendimize, sen bize Kur’andan farklı söylüyorsun denebilir mi? Yalan söylüyorsun denir mi? Hâşâ Allahü teâlâ, emin olmayan birini peygamber olarak gönderir mi? O hâlde, Resulullah efendimizin dine ait her sözünün Allah kelamı olduğuna itiraz edilemez. Yani hepsi vahye dayanır.
Hadis-i kudsi, mânası Allahü teâlâdan, sözleri Resulullah’tan diye tarif edilir. Söz aynı değilse de, mâna aynıdır. Mesela, Allahü teâlâ, Peygamber efendimize, (Kuzu eti helâldir) diye bildirmişse, O da, (Dine uygun kesilen kuzu etini yemek helâldir) diye nakletmişse, mâna itibarıyla ikisi de aynıdır. Sadece anlatış farkı vardır. Peygamber efendimizin bildirdiği dinî hükümlerin hepsi böyledir. Onun için ister hadis-i kudsi olsun, ister diğer hadis-i şerifler olsun vahiy mahsulü olarak görmek lazımdır. Peygamber efendimizin emriyle Allah'ın emri arasında fark görmemek lazımdır. Resul, elçidir. Elçi, temsil ettiği kimsenin sözünü bildirir. Bu sözü bildirirken farklı kelimelerle açıklamalar yapabilir. Resulullah, Allahü teâlânın kulu, elçisi, halifesi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından asıl gibidir. Vekile itiraz, asıl şahsa itirazdır, vekili tasdik aslı tasdiktir. Emirlerde vekili, asıldan ayrı görmemek lazımdır. Çünkü Allahü teâlâ, güvendiği kimseleri peygamber, vekil yapar. Vekil de Allah'ın emrini aynen bildirir.
Demek ki Peygamber efendimizin hadis-i şerifleri, kelam-ı ilahinin başka kelimelerle açıklanmış hâlidir. Bu bakımdan Resulullah efendimizin sözlerini kelam-ı ilahiden ayrı kabul etmek yanlıştır. Kur'an-ı kerimi okuyunca (Sadakallah-ül azim) dediğimiz gibi, hadis-i şeriflerden sonra da desek küfür olmaz. Çünkü Allah'ın sözünün doğruluğunu tasdik ediyoruz.
Peygamber efendimiz, nasıl Allahü teâlâdan gelenleri ümmetine aktarmışsa, Resulullah'ın vârisleri olan Eshab-ı kiram ve Ehl-i sünnet âlimleri de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlere tâbi olun!) buyurmuştur. (Deylemi)
Eğer âlimler, Resulullah’ın bildirdiklerinden farklı bir şey bildirecek olsalardı, (Âlimlere tâbi olun!) buyurmazdı. (Sadece Kur'ana ve bana tâbi olun) derdi.Hâlbuki (Âlimlere uyun! Onlar, dünya ve âhiretin ışıklarıdır) buyurmuştur. (Deylemi)
Nasıl Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın elçisi, vekili ise, Ehl-i sünnet âlimleri de, Resulullah efendimizin vekilleri ve vârisleri olan güvenilen zatlardır. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Davud, İ. Mace, Tirmizi, Deylemi, İ. Neccar]
(Âlimler, yeryüzünün ışıkları, benim ve diğer enbiyanın vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
(Salih âlimle nebi arasında bir derece fark vardır. O da nebilik makamıdır.) [R. Nasıhin]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi, R. Münire]
Âlimler Kur'an-ı kerimde de övülüyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
Bazı cahiller, (Madem hadisler Allah'ın kelamının açıklaması ise niye hadislerde farklı hükümler var? Mezhepler niye farklıdır?) diyor. Allahü teâlâ, insanların faydasına olması için, o zamandaki insanlara itikatta aynı, amelde farklı dinler göndermiştir. Yani Hazret-i Âdem’den beri gönderdiği dinler, itikatta aynı, amelde farklıydı. Resulullah efendimiz de insanların durumuna göre farklı hükümler bildirmiştir. Mesela birine (Vücuttan kan çıkması abdesti bozar) derken, bir başkasına (Bozmaz) demiştir. Kıyamete kadar gelecek olan, her coğrafyadaki, her iklimdeki, her yaştaki ümmetine kolaylık olan böyle hükümler çoktur. Bunu Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiş ki, Peygamberi de ümmetine bildiriyor. Peygamber efendimiz de, farklı ictihadların, farklı mezheplerin meydana gelmesini istemiş, (Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir) buyurmuştur. (Beyheki)
Bir mezhebin hükmüne uyan, Allah'ın ve Resulünün emrine uymuş olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin ictihadlarını, Allah'ın ve Resulünün emri olarak kabul etmek lazımdır.