İslam – tarihi bir bakış – Seyid A’ala Mevdudi
İslamın tarihi dünyada ki insanoğlunun tarihi ile, daha doğrusu ilk insanların ve onların zürriyetlerinin yaratılışı ile başlar. Allah Adem (as) ile Havva validemiz’i yaratıp onlara kendisine kulluk etmelerini ve hayatlarını ilahi emirlere karşı itaat içinde idame etmelerini emretmiştir.
Allah alemlerin ve insanların yaratıcısı ve rabbidir. Dünyalık ihtiyaçlarını ve hidayeti elde edebilmek için insanoğlu O’na yönelmelidir. İslam kelimesinin anlamı da zaten budur: Allah’a kulluk etmek. Böylelikle İslam dini insanoğlunun ilk ve O’nun hidayeti ile kazandığı tabii olan dinidir. Adem (as) ile Havva validemiz dünyaya göderilirken yüce Allah onlara ancak kendisinin kulları olduklarını, kurtuluşun yalnız hidayet yolu üzerinde olduğunu ve O’nun emirlerini yerine getirmek ve O’nun yasaklarından uzak durmak gerektiğini söylemiştir. Emirlerini yerine getirdikleri zaman, Allah’ın hoşnut olduğunu ve bundan dolayı onları mükafatlandıracağını haber vermiştir. Bunun karşısında emirlerine uymadıklarında Allah’ın hoşnut olmayacağını ve ceza olarak onlara azap vereceğini de söylemiştir. İslam dini kısaca böyle başlamıştır.
Adem (as) ile Havva validemiz çocuklarına İslam dinini öğretip ona uymalarını emretmiştir. Onlar ve ondan sonra gelenler de bu Adem (as)’dan öğrendiklerine uymuşlardı. Ancak belli bir zaman sonra onların arasından bazıları bu cizgiden ayrılarak itaatsizliğe kapılmışlardı. Mesela bazıları kendi yapmış oldukları putlara tapmaya başlamış, bazıları kendini ilah olarak ilan etmiş, ve başkaları da ilahi emirleri kabûl etmemeye başlamıştı. Bu şekilde “küfür” oluşmuştur. Küfürün temelinde inat ile hakikatı red edip Allah’a karşı gelmek yatmaktadır.
Küfrün çoğalması ve yayılması ile insanların toplumsal hayatı ve düzeni bozulmuştu. Zulüm, haksızlık, işkence, kötülükler ve edepsizlik peydah etmişti. Yaşamın huzuru kaçmıştı. Bunun üzerine yüce Allah bazı elçiler gönderip bu insanlara vaaz-ı nasihat etmelerini buyurmuştur ki tövbe ederek yalnızca Allah’a kulluk etmelerini ve İlahi emirlere uymalarını önermişti. Kısaca bu elçilerin misyonu insanları yine dürüstlüğe ve müslüman olmaya davet etmeleri olarak algılanabilinir. Bu mukaddes ve yüce olan ilahi görevi üstlenen o mübarek elçilere rasûl ve nebi denir. Bu elçiler değişik bölgelere ve değişik kavimlere gönderilmişti. Hepsi emin, doğru ve yüksek karektere sahib olan insanlardı. Ve hepsinin mesajı da aynı idi – İslam. Mesela bazılarını sayalım: Nuh, İbrahim, Musa veya İsa, Allahın selamı üzerlerine olsun. Hepsi yüce Allah’tan gönderilmiş birer peygamber idi. İnsanlık tarihin son bir kaç bin senesine baktığımızda onların bilhassa küfrün büyüdüğü ve yayıldığı zamanlarda gönderildiklerini müşahade edebiliriz. Bu peygamberler küfrün dalgalarına karşı mücadele ederek insanları İslam’a davet etmişlerdi. Bazıları bu davete içabet edip, bazıları ise karşı gelmişlerdi. İcabet edenler müslüman olmuşlar ve kendilerine iyiliği ve güzel ahlakı öğretmiş olan peygamberin örneğine uyarak bu davayı yaymışlardı. Ancak bir kaç nesil sonra İslam-i prensipleri unutarak insanların çoğu yine küfre yönelmiştir. Her ne zaman bu durum ortaya çıktığında Yüce Allah dini inançları yeniden inşa eden peygamber göndermiştir. Bu şekilde bir kaç bin sene sürekli peygamber gönderilmiştir.
Sonunda yüce Allah Efendimiz Muhammed (sav)’i göndermiştir. O’da İslam dinini o denli yeniden inşa etmiştir ki, bu güne kadar ve illel ebet inşaAllah daimi olaçaktır. Peygamber Efendimiz (sav) miladi 571 senesinde o zamanlar da Arabistan’da meşhur olan Mekke şehrinde doğmuştur. O zamanlarda İslam dininin ne orada ne de başka bir yerde mensupları var idi. Gerçi az bir kaç insanda eski peygamberlerin öğrettiklerinin eserleri ve yalnız tek olan Allah’a kulluk etmeye gayret etmenin izleri görünüyor idi. Ama bunların dışında Allah’ın hakiki dini putperestliğin ve şirkin arasında kaybolmuştu. Hiç bir yerde saf, temiz ve şirkten uzak olan tek tanrı inançı kalmamıştı. Etik değerler kalmamıştı ve insanlar bir takım kötülüklerin peşinde idiler. Bu tablo Arabistan olsun dünya olsun 6. Yüzyılın sonunda böyle idi. Tam o zamanlar yüce Allah son peygamberini göndermiştir.
Muhammed (sav) Mekke şehrinde 40 sene bir sabırlı seyirci olarak yaşamıştır. Herkes onu yüksek ahlakından ve keskin zekasından dolayı sever ve takdir ederdi. Fakat onun dünyayı tamamen değiştirecek olan en büyük insan olacağını daha anlamamışlardı. Muhammed (sav) hayatının ilk bölümünde görmüş olduğu haksızlıklardan ve zulümlerden dolayı çok üzülüyordu. . İnsanoğlu insanoğlunu sömürüyordu. Haksızlık ve Zulüm hakîm idi. Üzulüyordu ama susuyordu, cünkü onda daha insanlığın hastalıklarını tedavi edecek ilac yoktu. Tam o sıralar yüce Allah onu Peygamberlik makamına getirdi. Ve ona hak, adalet, saadet ve barış getiren İslam dinini yaymasını emretti. Bu ilahi görevi aldıktan sonra Muhammed (sav) kavmine yalnız Allah’a kulluk etmelerini tebliğ etmeye başladı. Kavminin çoğu ona sırt çevirerek onun görevini engellemeye kalkıştılar. Fakat o görevini titizlik ve azimet ile devam sürdürdü.
Bu şekilde etrafında dürüst insanlar oluştu ve onun sâdık destekcileri haline geldiler. Peygamber Efendimiz (sav)’in mesajı yavaş yavaş Mekke’nin dışına da yayıldı. Genelde dürüst ve karekterli olanlar İslam dinine girerken, cahil ve adi insanlar da ona savaş açıyordu. Bütün bunlar 13 sene sürdü ve İslam dini bütün Arap Yarımadası’na duyuldu. Bunun karşısında İslam düşmanlarının, menfaatlerinin kaybolmasından korktukları için ve cahiliye inançların esirleri oldukları için, öfkelerini ve işkencelerini de o nispette çoğaltıp hakarete, işkenceye, zulüme ve hatta cinayetlere başladılar. Son çare olarak İslam’ın kökünü kazımak için Peygamber Efendimiz (sav)’i öldürmeye dahi kalkıştılar. Bu durumda yüce Allah Peygamberine Medine şehrine hicret etmesini emretti.
Medine şehri Mekke’nin 400 km kuzeyinde olan ve İslam dininin hızla büyüyen merkezi konumuna gelmişti. Medine kabilelerinden en büyük iki kabilenin reisleri müslüman olup, mallarını ve canlarını bu uğurda harcamalarını vaad etmiştiler. Hicret hazırlıklarını sezen İslam düşmanları planlarını hızlandırdılar ve Peygamber Efendimiz (sav)’i yolda öldürmeye karar verdiler. Ancak adî planları boşa çıktı. İslam-i takvim bu büyük değişimlere vesile olan hiçret ile başlar.
Peygamber Efendimiz (sav)’in Medine’deki ikameti ile Arabistan’nın diğer bölgelerinden müslümanlar Medine’ye akın etmeye başladı. Bu şekilde Medine daha da güçlendi. Müslümanlar artık kovalanmaktan kurtulup, İslam-i toplum oluşturup İslam devleti kurmaya fırsat buldular. Bu önemli gelişmeleri Mekke’li putperestler endişe ile takip ediyorlardı ve bu örneğin başka yerlerde ve bilhassa kendi bölgelerinde de başarıya ulaşabileceğinden korkuyorlardı. Onun için bunun önüne gecilmesinin gerektiğini düşünerek müslümanlara savaş açarak onları topyekün yok etmek istediler. O zamana kadar görülmemiş, bir büyük ordu ile Medine’nin ve etrafının üzerine yürüdüler, tüm askeri güce rağmen Peygamber Efendimiz (sav)’i ve inananları yenemediler. İslam dini ise Arabistan’da daha da yayılmaya başladı. Bu başarının zirvesinde Peygamber Efendimiz (sav) galip olarak Mekke şehrini feth etti. Bütün bunlar Medine’deki İslam devletin 8.yılında gerçekleşti. Mekke’nin düşmesinden kısa bir zaman sonra diğer düşman bölgelerde teslim oldu. Böylelikle bütün Arap Yarımadası’nı ele geçiren müslümanlar 2,5 milyon km karelik büyük bir bölgeye hakîm oldular. Arabistan’da Allah’ın kanunlarına ve insanların hilafetine dayalı o zamanlar için emsalsiz bir devlet oluşturuldu. Devletin idaresi Allah’tan korkan ve dürüst olan insanların elinde idi. Kâba kuvvet, zulüm, baskı, hâksızlık ve ahlaksızlık yerine hâk, adalet, serbestlik, barış ve hûzur oluştu Arabistan’da. İnsanları da İslam’ı kabûl ederek, tek olan Allah’a kulluk ederek ve eşsiz örnek olan mübarek Peygamber Efendimiz (sav)’in yaşantısına uyarak kâmil insanlar derecesine vardılar. Peygamber Efendimiz (sav) 23 sene kadar kısa bir zaman içinde Arabistan’da bu kadar büyük bir devrimi gerçekleştirdi. Ashabı da Peygamber Efendimiz (sav)’den bu denli yüksek manevi şuur ve terbiye alarak İslamı dünyanın diğer bölgelerine de yaymaya başladılar. Peygamber Efendimiz (sav) 63 yaşında dünyanın en büyük misyonunu gerçekleştirdikten sonra Hakkın rahmetine kavuştu.
Peygamber Efendimiz (sav)’in ashabı onun ölümünden sonra davasını devam sürdürdüler. Onlar uzak memleketlere dahi gidip İslam dinini yaymaya çalıştılar. Nereye gittiyseler de dava yolunun üzerindeki engelleri aşmaya ve İslamın hızla büyümesini başardılar. O kadar kısa bir zaman içinde artık İslam dini dünyada o kadar büyüdü ki onun karşısına çıkabilecek bir güç kalmadı. Müslümanlar Hindistan’dan İspanya’ya kadar olan bölgede hakim oldular. Dünyanın yüzü değişti. Müslümanlar nereye gittiyseler oradaki insanlar onların yaşam tarzlarından ve yüksek karekterlerinden o kadar etkilendiler ki kısa bir zaman içinde İslam dini ile müşerref oldular. Gittikleri yerlere âhlakı ve adaleti götürüp oradaki âhlaksızlıkları ve zulümleri kaldırdılar. Allah’tan uzak olan insanların Allah’tan korkan, hakkı arayan ve kâmil insan olmalarına vesile oldular. Yüksek karekterler sayesinde toplumda merhamet ve barışın oluşmasını sağladılar. Zalimlerin ellerini bağlayıp adaletin ve âhlakın hakimiyetini kurdular. Bu harekât insanlık tarihinde en büyük medeni değişme olarak nitelendirebilinir. Ashabın bir başka büyük başarısı da şüphesiz Kur’an-ı Kerim’in hıfz ederek ve yazılı olarak orijinal halinde muhafaza etmeleridir. Bügün ne mutlu bizlere ki, Peygamber Efendimiz (sav)’e Kur’an-ı Kerim 1400 sene evvel nasıl vahiy olduysa aynen o şekilde elimizde bulunmasıdır.
Onların bir başka büyük hizmeti Peygamber Efendimiz (sav)’in Hadis-i Şerif’lerini, yani O’nun sözlerini, davranışlarını, fiillerini ve âhlakını uygulayıp yaymaları olmuştur. Sünnet veya Hadis başlığı altında bu rivayetler dünyada bir insanın yaşantısı ve yaptıkları hakkında en kapsamlı toplanmış ve düzenlenmiş kaynak oluşturmaktadır ve sonrakiler için büyük bir hazine olmuştur. Bügün dahi, 1400 sene sonra, herhangi bir konuda Peygamber Efendimiz (sav)’in önerilerini ve örneklerini araştırabilir insan. Allah’a karşı itaatın nasıl gerçekleştiğini ve hayatın nasıl itaat içinde olmasının gerektiğini her kes öğrenebilir. Onun için Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’ler bir müslüman için çok önemlidir. Onların muhafazası ile İslam dini daimi olarak kalıcıdır. Peygamber Efendimiz (sav)’den önce İslam dini sürekli yeniden inşa edildiği halde vahiylerin düzgün muhafaza edilmediğinden, onlar çoğu zaman unutuldu veya değiştirildi. Bu da gelen nesillerin yavaş yavaş İslam’dan uzaklaşmalarına yol açtı. Bu husus Peygamber Efendimiz (sav)’in gelmesiyle ve O’nun getirmiş olduğu ile değişmiştir. O’nun getirdiği ebedi olarak kalıcıdır, çünkü değiştirilmemiş Kur’an-ı Kerim ve de Hadis-i Şerifler asılları gibi muhafaza edilmektedir. İslam-i yaşantının hakiki özü, Allah muhafaza, bir gün tazeliğini kaybedecek olsa dahi, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerin sayesinde yine onarılabilinir. Demek ki dünyanın dini yenileyecek bir peygambere artık ihtiyacı kalmadı. Yeter ki aramızda Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerif’leri çok iyi bilen ve hayatlarında da uygulayarak bizlere örnek olabilecek âlimler olsun. Bu şekilde İslam nehri akmaya devam edip insanoğlunun hâk susuzluğunu giderecektir.
Kaynak:http://www.ditib-ma.de/
İslamın tarihi dünyada ki insanoğlunun tarihi ile, daha doğrusu ilk insanların ve onların zürriyetlerinin yaratılışı ile başlar. Allah Adem (as) ile Havva validemiz’i yaratıp onlara kendisine kulluk etmelerini ve hayatlarını ilahi emirlere karşı itaat içinde idame etmelerini emretmiştir.
Allah alemlerin ve insanların yaratıcısı ve rabbidir. Dünyalık ihtiyaçlarını ve hidayeti elde edebilmek için insanoğlu O’na yönelmelidir. İslam kelimesinin anlamı da zaten budur: Allah’a kulluk etmek. Böylelikle İslam dini insanoğlunun ilk ve O’nun hidayeti ile kazandığı tabii olan dinidir. Adem (as) ile Havva validemiz dünyaya göderilirken yüce Allah onlara ancak kendisinin kulları olduklarını, kurtuluşun yalnız hidayet yolu üzerinde olduğunu ve O’nun emirlerini yerine getirmek ve O’nun yasaklarından uzak durmak gerektiğini söylemiştir. Emirlerini yerine getirdikleri zaman, Allah’ın hoşnut olduğunu ve bundan dolayı onları mükafatlandıracağını haber vermiştir. Bunun karşısında emirlerine uymadıklarında Allah’ın hoşnut olmayacağını ve ceza olarak onlara azap vereceğini de söylemiştir. İslam dini kısaca böyle başlamıştır.
Adem (as) ile Havva validemiz çocuklarına İslam dinini öğretip ona uymalarını emretmiştir. Onlar ve ondan sonra gelenler de bu Adem (as)’dan öğrendiklerine uymuşlardı. Ancak belli bir zaman sonra onların arasından bazıları bu cizgiden ayrılarak itaatsizliğe kapılmışlardı. Mesela bazıları kendi yapmış oldukları putlara tapmaya başlamış, bazıları kendini ilah olarak ilan etmiş, ve başkaları da ilahi emirleri kabûl etmemeye başlamıştı. Bu şekilde “küfür” oluşmuştur. Küfürün temelinde inat ile hakikatı red edip Allah’a karşı gelmek yatmaktadır.
Küfrün çoğalması ve yayılması ile insanların toplumsal hayatı ve düzeni bozulmuştu. Zulüm, haksızlık, işkence, kötülükler ve edepsizlik peydah etmişti. Yaşamın huzuru kaçmıştı. Bunun üzerine yüce Allah bazı elçiler gönderip bu insanlara vaaz-ı nasihat etmelerini buyurmuştur ki tövbe ederek yalnızca Allah’a kulluk etmelerini ve İlahi emirlere uymalarını önermişti. Kısaca bu elçilerin misyonu insanları yine dürüstlüğe ve müslüman olmaya davet etmeleri olarak algılanabilinir. Bu mukaddes ve yüce olan ilahi görevi üstlenen o mübarek elçilere rasûl ve nebi denir. Bu elçiler değişik bölgelere ve değişik kavimlere gönderilmişti. Hepsi emin, doğru ve yüksek karektere sahib olan insanlardı. Ve hepsinin mesajı da aynı idi – İslam. Mesela bazılarını sayalım: Nuh, İbrahim, Musa veya İsa, Allahın selamı üzerlerine olsun. Hepsi yüce Allah’tan gönderilmiş birer peygamber idi. İnsanlık tarihin son bir kaç bin senesine baktığımızda onların bilhassa küfrün büyüdüğü ve yayıldığı zamanlarda gönderildiklerini müşahade edebiliriz. Bu peygamberler küfrün dalgalarına karşı mücadele ederek insanları İslam’a davet etmişlerdi. Bazıları bu davete içabet edip, bazıları ise karşı gelmişlerdi. İcabet edenler müslüman olmuşlar ve kendilerine iyiliği ve güzel ahlakı öğretmiş olan peygamberin örneğine uyarak bu davayı yaymışlardı. Ancak bir kaç nesil sonra İslam-i prensipleri unutarak insanların çoğu yine küfre yönelmiştir. Her ne zaman bu durum ortaya çıktığında Yüce Allah dini inançları yeniden inşa eden peygamber göndermiştir. Bu şekilde bir kaç bin sene sürekli peygamber gönderilmiştir.
Sonunda yüce Allah Efendimiz Muhammed (sav)’i göndermiştir. O’da İslam dinini o denli yeniden inşa etmiştir ki, bu güne kadar ve illel ebet inşaAllah daimi olaçaktır. Peygamber Efendimiz (sav) miladi 571 senesinde o zamanlar da Arabistan’da meşhur olan Mekke şehrinde doğmuştur. O zamanlarda İslam dininin ne orada ne de başka bir yerde mensupları var idi. Gerçi az bir kaç insanda eski peygamberlerin öğrettiklerinin eserleri ve yalnız tek olan Allah’a kulluk etmeye gayret etmenin izleri görünüyor idi. Ama bunların dışında Allah’ın hakiki dini putperestliğin ve şirkin arasında kaybolmuştu. Hiç bir yerde saf, temiz ve şirkten uzak olan tek tanrı inançı kalmamıştı. Etik değerler kalmamıştı ve insanlar bir takım kötülüklerin peşinde idiler. Bu tablo Arabistan olsun dünya olsun 6. Yüzyılın sonunda böyle idi. Tam o zamanlar yüce Allah son peygamberini göndermiştir.
Muhammed (sav) Mekke şehrinde 40 sene bir sabırlı seyirci olarak yaşamıştır. Herkes onu yüksek ahlakından ve keskin zekasından dolayı sever ve takdir ederdi. Fakat onun dünyayı tamamen değiştirecek olan en büyük insan olacağını daha anlamamışlardı. Muhammed (sav) hayatının ilk bölümünde görmüş olduğu haksızlıklardan ve zulümlerden dolayı çok üzülüyordu. . İnsanoğlu insanoğlunu sömürüyordu. Haksızlık ve Zulüm hakîm idi. Üzulüyordu ama susuyordu, cünkü onda daha insanlığın hastalıklarını tedavi edecek ilac yoktu. Tam o sıralar yüce Allah onu Peygamberlik makamına getirdi. Ve ona hak, adalet, saadet ve barış getiren İslam dinini yaymasını emretti. Bu ilahi görevi aldıktan sonra Muhammed (sav) kavmine yalnız Allah’a kulluk etmelerini tebliğ etmeye başladı. Kavminin çoğu ona sırt çevirerek onun görevini engellemeye kalkıştılar. Fakat o görevini titizlik ve azimet ile devam sürdürdü.
Bu şekilde etrafında dürüst insanlar oluştu ve onun sâdık destekcileri haline geldiler. Peygamber Efendimiz (sav)’in mesajı yavaş yavaş Mekke’nin dışına da yayıldı. Genelde dürüst ve karekterli olanlar İslam dinine girerken, cahil ve adi insanlar da ona savaş açıyordu. Bütün bunlar 13 sene sürdü ve İslam dini bütün Arap Yarımadası’na duyuldu. Bunun karşısında İslam düşmanlarının, menfaatlerinin kaybolmasından korktukları için ve cahiliye inançların esirleri oldukları için, öfkelerini ve işkencelerini de o nispette çoğaltıp hakarete, işkenceye, zulüme ve hatta cinayetlere başladılar. Son çare olarak İslam’ın kökünü kazımak için Peygamber Efendimiz (sav)’i öldürmeye dahi kalkıştılar. Bu durumda yüce Allah Peygamberine Medine şehrine hicret etmesini emretti.
Medine şehri Mekke’nin 400 km kuzeyinde olan ve İslam dininin hızla büyüyen merkezi konumuna gelmişti. Medine kabilelerinden en büyük iki kabilenin reisleri müslüman olup, mallarını ve canlarını bu uğurda harcamalarını vaad etmiştiler. Hicret hazırlıklarını sezen İslam düşmanları planlarını hızlandırdılar ve Peygamber Efendimiz (sav)’i yolda öldürmeye karar verdiler. Ancak adî planları boşa çıktı. İslam-i takvim bu büyük değişimlere vesile olan hiçret ile başlar.
Peygamber Efendimiz (sav)’in Medine’deki ikameti ile Arabistan’nın diğer bölgelerinden müslümanlar Medine’ye akın etmeye başladı. Bu şekilde Medine daha da güçlendi. Müslümanlar artık kovalanmaktan kurtulup, İslam-i toplum oluşturup İslam devleti kurmaya fırsat buldular. Bu önemli gelişmeleri Mekke’li putperestler endişe ile takip ediyorlardı ve bu örneğin başka yerlerde ve bilhassa kendi bölgelerinde de başarıya ulaşabileceğinden korkuyorlardı. Onun için bunun önüne gecilmesinin gerektiğini düşünerek müslümanlara savaş açarak onları topyekün yok etmek istediler. O zamana kadar görülmemiş, bir büyük ordu ile Medine’nin ve etrafının üzerine yürüdüler, tüm askeri güce rağmen Peygamber Efendimiz (sav)’i ve inananları yenemediler. İslam dini ise Arabistan’da daha da yayılmaya başladı. Bu başarının zirvesinde Peygamber Efendimiz (sav) galip olarak Mekke şehrini feth etti. Bütün bunlar Medine’deki İslam devletin 8.yılında gerçekleşti. Mekke’nin düşmesinden kısa bir zaman sonra diğer düşman bölgelerde teslim oldu. Böylelikle bütün Arap Yarımadası’nı ele geçiren müslümanlar 2,5 milyon km karelik büyük bir bölgeye hakîm oldular. Arabistan’da Allah’ın kanunlarına ve insanların hilafetine dayalı o zamanlar için emsalsiz bir devlet oluşturuldu. Devletin idaresi Allah’tan korkan ve dürüst olan insanların elinde idi. Kâba kuvvet, zulüm, baskı, hâksızlık ve ahlaksızlık yerine hâk, adalet, serbestlik, barış ve hûzur oluştu Arabistan’da. İnsanları da İslam’ı kabûl ederek, tek olan Allah’a kulluk ederek ve eşsiz örnek olan mübarek Peygamber Efendimiz (sav)’in yaşantısına uyarak kâmil insanlar derecesine vardılar. Peygamber Efendimiz (sav) 23 sene kadar kısa bir zaman içinde Arabistan’da bu kadar büyük bir devrimi gerçekleştirdi. Ashabı da Peygamber Efendimiz (sav)’den bu denli yüksek manevi şuur ve terbiye alarak İslamı dünyanın diğer bölgelerine de yaymaya başladılar. Peygamber Efendimiz (sav) 63 yaşında dünyanın en büyük misyonunu gerçekleştirdikten sonra Hakkın rahmetine kavuştu.
Peygamber Efendimiz (sav)’in ashabı onun ölümünden sonra davasını devam sürdürdüler. Onlar uzak memleketlere dahi gidip İslam dinini yaymaya çalıştılar. Nereye gittiyseler de dava yolunun üzerindeki engelleri aşmaya ve İslamın hızla büyümesini başardılar. O kadar kısa bir zaman içinde artık İslam dini dünyada o kadar büyüdü ki onun karşısına çıkabilecek bir güç kalmadı. Müslümanlar Hindistan’dan İspanya’ya kadar olan bölgede hakim oldular. Dünyanın yüzü değişti. Müslümanlar nereye gittiyseler oradaki insanlar onların yaşam tarzlarından ve yüksek karekterlerinden o kadar etkilendiler ki kısa bir zaman içinde İslam dini ile müşerref oldular. Gittikleri yerlere âhlakı ve adaleti götürüp oradaki âhlaksızlıkları ve zulümleri kaldırdılar. Allah’tan uzak olan insanların Allah’tan korkan, hakkı arayan ve kâmil insan olmalarına vesile oldular. Yüksek karekterler sayesinde toplumda merhamet ve barışın oluşmasını sağladılar. Zalimlerin ellerini bağlayıp adaletin ve âhlakın hakimiyetini kurdular. Bu harekât insanlık tarihinde en büyük medeni değişme olarak nitelendirebilinir. Ashabın bir başka büyük başarısı da şüphesiz Kur’an-ı Kerim’in hıfz ederek ve yazılı olarak orijinal halinde muhafaza etmeleridir. Bügün ne mutlu bizlere ki, Peygamber Efendimiz (sav)’e Kur’an-ı Kerim 1400 sene evvel nasıl vahiy olduysa aynen o şekilde elimizde bulunmasıdır.
Onların bir başka büyük hizmeti Peygamber Efendimiz (sav)’in Hadis-i Şerif’lerini, yani O’nun sözlerini, davranışlarını, fiillerini ve âhlakını uygulayıp yaymaları olmuştur. Sünnet veya Hadis başlığı altında bu rivayetler dünyada bir insanın yaşantısı ve yaptıkları hakkında en kapsamlı toplanmış ve düzenlenmiş kaynak oluşturmaktadır ve sonrakiler için büyük bir hazine olmuştur. Bügün dahi, 1400 sene sonra, herhangi bir konuda Peygamber Efendimiz (sav)’in önerilerini ve örneklerini araştırabilir insan. Allah’a karşı itaatın nasıl gerçekleştiğini ve hayatın nasıl itaat içinde olmasının gerektiğini her kes öğrenebilir. Onun için Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’ler bir müslüman için çok önemlidir. Onların muhafazası ile İslam dini daimi olarak kalıcıdır. Peygamber Efendimiz (sav)’den önce İslam dini sürekli yeniden inşa edildiği halde vahiylerin düzgün muhafaza edilmediğinden, onlar çoğu zaman unutuldu veya değiştirildi. Bu da gelen nesillerin yavaş yavaş İslam’dan uzaklaşmalarına yol açtı. Bu husus Peygamber Efendimiz (sav)’in gelmesiyle ve O’nun getirmiş olduğu ile değişmiştir. O’nun getirdiği ebedi olarak kalıcıdır, çünkü değiştirilmemiş Kur’an-ı Kerim ve de Hadis-i Şerifler asılları gibi muhafaza edilmektedir. İslam-i yaşantının hakiki özü, Allah muhafaza, bir gün tazeliğini kaybedecek olsa dahi, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerin sayesinde yine onarılabilinir. Demek ki dünyanın dini yenileyecek bir peygambere artık ihtiyacı kalmadı. Yeter ki aramızda Kur’an-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerif’leri çok iyi bilen ve hayatlarında da uygulayarak bizlere örnek olabilecek âlimler olsun. Bu şekilde İslam nehri akmaya devam edip insanoğlunun hâk susuzluğunu giderecektir.
Kaynak:http://www.ditib-ma.de/